Güncelleme Tarihi:
‘Canım Ağacım’, dostluk teması etrafında çok yönlü bir anlatı sunuyor. Bir çocuğun ağacına duyduğu olağanüstü sevgi, yine o çocuğun maddi manevi kayıplarına verdiği tepkiler, toplumsal önyargılarla başa çıkma yöntemleri, yalnızlık ve mutluluk kavramlarına yaklaşımı, bu konularla ilgili bildiğimizi sandığımız ne varsa, hepsini temellerinden sarsıyor.
Hikâye çocuğun efkârlı iç çekişleriyle açılıyor: “Of, of, of ki ne of...” Eldivenlerinden birini kaybettiğini ve bir türlü bulamadığını söyleyen çocuk, kayıp eşya bürosundaki kutudan farklı renkte bir eldiven seçiyor ve böyle daha orijinal olacağını düşünerek neşe içinde yoluna gidiyor. Onun için mesele kapanmıştır: “Ne yapayım.”
Gelin görün ki, diğer çocukların alaycı gülüşlerinden kaçamıyor. Yazar tam bu gülüşmeler, parmakla göstermeler esnasında okurları, kahramanının yüzüne kondurduğu ifade ile beliren bir sorgulama sürecine itiyor. Bu alaycılığın, ‘farklı olandan duyulan rahatsızlıktan’ kaynaklandığı gerçeğiyle de bu arada yüzleşiyoruz. Farklı renkte iki eldiven takan biriyle neden alay ederiz ki?
Neyse ki çocuk alaylardan bizim kadar etkilenmiyor. Sadece eldivenler yüzünden değil başka sebeplerle de diğerlerinden farklı olduğunun bilincindedir çünkü. Kasabadaki herkes yalnızlıktan kaçar ve sadece birlikte yapılan şeylerden keyif alırken o kendini bir ‘münzevi’ olarak tanımlıyor. Ama bu durumdan rahatsızlık duymuyor. Aksine kendi kendine bir şeyler yapmak ona mutluluk veriyor. En sevdiği şeylerin en başında ise ağacı Bertolt’a tırmanmak geliyor. Tabii ki yalnız başına...
Çocuğun, 500 yaşında olduğunu tahmin ettiği asırlık bir meşe ağacı olan Bertolt, çocuk için sadece bir ağaç değil, ‘baharda açan gür yapraklarıyla harika bir gizlenme yeri, ev, sığınak, labirent, hatta bir kaledir!’ Dahası dünyayı ve insanları görebildiği bir gözlem kulesidir de. Komşunun ağacından gizli gizli kiraz araklayanları, bakkaldan boş şişeleri çalıp tekrar bakkala satanları, yasak bölgede çaktırmadan avlananları ve daha nicesini anlatırken müthiş bir ironiye imza atıyor: “Kimse beni görmez ama ben herkesi görürüm.” Bizler ağacın her bir dalına, köşe bucağına, ev sahipliği yaptığı hayvanlara dair detayları dinleyip sevgi üzerine uzun uzun düşünürken çocuğun sabırsızlıkla beklediği ilkbahar geliverir ve tutkuyla ağacına koşarken görürüz onu. Ama tüm ağaçların aksine Bertolt’un yapraklarla kaplanmadığını görür. Ve haftalar geçmesine rağmen tomurcuklanmayınca da gerçeği kabullenmek zorunda kalır: “Bertolt ölmüştü.” Her ölüm hazindir ama Bertolt’unki kavranması zor bir ölümdür aynı zamanda: “Mesela üstüne yıldırım düştüğü için, ya da oduncular kestiği için ölse anlardım...”
Ayrıca bir kedi ya da kuş öldüğünde ne yapacağını bilse de, bir ağaç öldüğünde ne yapması gerektiğini bilemez çocuk. Şimdi tek isteği yakılacak oduna ya da mobilyaya dönüştürülmeden önce bu sadık dostu için bir şeyler yapabilmek. Ve çaresizce düşünürken aklına gelen muhteşem fikirle dostluklarını unutulmaz biçimde anıtsallaştırırken farklılıkların barındırdığı güzellikleri de gözler önüne serer.
İnceliklerle örülü hikâyenin resimleri de Joques Goldstyn’ın elinden çıkma. Uzun uzadıya bahsetmek yerine kitabın sonundaki bir dizi metinsiz sayfanın duygu yüklü olduğunu söyleyerek şunu ekleyebilirim; çocuğun ağaca bir koşuşu var ki, görmelisiniz.
CANIM AĞACIM
Joques Goldstyn
Çeviren: Mehmet Erkurt
Can Çocuk, 2018