Güncelleme Tarihi:
Lucas Harari, 1990 yılında Paris’te dünyaya geldi. Halen de orada yaşıyor. Yayınevlerine illüstratör olarak iş yapmaya başlamadan önce kendi fanzinlerini yayımladı. Geçen yıl çıkan ilk kitabı ‘Dağın Kalbi’yle tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaştı. Harari şimdi de yine Karakarga Yayınları etiketiyle Tolga Üyken’in çevirisiyle yayınlanan ‘Yazın Son Gülü’ kitabıyla Türkiyeli okurlarla buluştu. Fransız yazar, ‘Dağın Kalbi’nde genç bir mimarlık öğrencisi olan Pierre’in, aynı zamanda tez konusu olan İsviçre yakınlarında bir dağda bulunan Vals Kaplıcaları’na yaptığı yolculuğu ve kaplıcaların dilden dile dolaşan gizemli öyküsünün peşinden giderek gerçeği öğrenme serüvenini anlatıyordu. Son kitabı ‘Yazın Son Gülü’nde de yine bir gizemle karşı karşıyayız. Ancak Harari bu sefer “benim” diyen polisiyelere taş çıkartacak bir hikayeyi büyülü çizimleriyle süsleyerek önümüze koyuyor.
Hayallerinde yazarlık, gerçekte ise bir çamaşırhanede çalışmak payına düşen genç Leo, bir akşam çalıştığı yerde tesadüfen kuzeni Sylvain’le karşılaşır. Çapkın ve hovarda Sylvain, ‘kirli çamaşırlarını’ temizletmek için çamaşırhaneye gelmiştir ve uzun süredir birbirlerini görmeyen kuzenler iki çift laftan sonra hemen kaynaşıp tekrar buluşmak üzere sözleşirler. Bir barda iki tek atarken Sylvain ağzındaki baklayı çıkararak Leo’dan, tadilatı devam eden yazlıklarına göz kulak olmasını ister. Leo da hem ilham almak hem de çamaşırhanenin deterjana boğulmuş ortamından uzaklaşıp ufak bir tatil yapmak için teklifi kabul eder ve yola koyulur. Yazlığa vardığında Leo’yu birbirinden lüks villalar, yatlar, pahalı arabalar ve bu arabalarla partileyen zengin çocukları karşılar. Sylvain de Leo’ya bir kıyak yapıp üstü açık lüks otomobilinin garajda onu beklediğini ima eden bir mesaj atar. Leo da arabası, kılık kıyafetiyle yazlık ortamına hemen uyum sağlar.
Bir gün, market alışverişinde yazlıkçıların aralarında iki gencin kaybolduğunu, hala bulunamadığını ve konuyla ilgili bir müfettiş atanacağını konuştukları sohbete kulak misafiri olur. Ama çok da üzerinde durmaz. Onun derdi bira içip Martin Eden’den gaz alarak satırlara dönüşecek ilhamın gelmesini beklemektir. Böyle bir akşamda komşu evdeki görüntüye şahit olur: Bir adamla bir kadın hararetli bir biçimde tartışırken doz artar ve adam kadına vurur. Leo yine üzerinde durmaz. Bu arada işçiler evdeki tadilat yüzünden her yeri talan ederken Leo da dün geceki tartışmanın taraflarından biri olduğunu tahmin ettiği genç, sarışın, çekici komşu kızını görür. İlgisi o yöne kayar. Yazlık mekanın sotelerinde kendini denize bırakıp kalabalıktan kaçmaya çalışan Leo böyle bir günde genç kızı bir arabanın içinde kötü vaziyette görür. “İyi misiniz?” diye laf atar. Araba gazlar, gider. Adamımız hiçbir şey anlamaz. Komşu kızın evinde erken saatlerde başlayıp sabahlara kadar süren partiler hiçbir şey olmamış gibi tam gaz devam ederken güzel sarışın Leo’ya içkisi olup olmadığını sorar. Leo da biraları kapıp yan evdeki partiye dahil olur ve adının Rose olduğunu öğrendiği sarışınla aralarında muhabbet başlar. Rose’un arkadaşları henüz reşit olmayan, dünyayı sallamayan, baba parası yiyen tiplerdir. Ama Rose onlardan biraz daha farklıdır. Kendisini sallamayan sanat koleksiyoncusu üvey babasıyla birlikte tabiri caizse (ve o tiplere uyacak bir şekilde) ‘carpe diem’e bağlı bir yaşam sürmektedir. Leo’yla ikisi birlikte takılmaya başlar. Leo ona yazarlık hayallerini, çamaşırhaneyi, Rose da Leo’ya kendi hikayesini anlatır. Bu arada yazlık yerdeki iki gencin ölümüyle ilgili henüz bir şey çıkmamıştır ve olayla ilgili atanan müfettiş de soruşturma için kapı kapı gezerek bilgi toplamaktadır.
Leo ile Rose yine bir gün güneşin tadını çıkardıktan sonra bir bara canlı müzik dinlemeye gider. Leo dönüşte Rose’u eve bırakırken aralarında bir yakınlaşma olur. Ama Leo bu yaşanana tam bir anlam veremez. Rose’un üvey babası da balkondan onları görmüştür ve genç adamı bir kadeh içki için eve davet eder. Çağırma sebebi sonradan ortaya çıkar. Üvey baba Leo’nun kızından uzak durmasını ister ve bunun bir emir olduğunu söyler. Aynı gece Rose yüzü gözü şişmiş bir halde Leo’nun evine dayanır. Rose geceyi orada geçirir. Ertesi gün Leo kalktığında Rose hiçbir haber bırakmadan çekip gitmiştir. Leo onu aramaya koyulur. O sabah bir gencin cesedi daha bulunur ve Rose da hala kayıptır. Olaylar yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlar...
Lucas Harari, ‘Yazın Son Gülü’nde hem çizgi romanın hem gizem ve polisiyenin nimetlerinden faydalanarak sonuna kadar bitmek bilmeyen bir heyecan yaratıyor. Kitabın tanıtım yazısındaki “Hitchcockvari dedektif öyküsü” nitelemesini sonuna kadar hak eden ‘Yazın Son Gülü’, okura “Böyle bir seri olsa, ne güzel olurdu” dedirtiyor.