Güncelleme Tarihi:
Yazar, besteci, söz yazarı, gitarist Tuna Kiremitçi, 1973’te Eskişehir’de doğdu. Edebiyat hayatı Galatasaray Lisesi’nde okuduğu yıllarda Varlık Dergisi’nde yayımlanan şiirleriyle başladı. Şiirlerini topladığı ‘Ayabakanlar’ kitabıyla 1994 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü kazandığında 21 yaşındaydı. Sonra müziğe yöneldi ve Kumdan Kaleler grubunun ‘Denize Doğru’ albümüne solist, besteci, söz yazarı ve gitarist olarak katıldı. İlk romanı ‘Git Kendini Çok Sevdirmeden’ (2002) ve ‘Bu İşte Bir Yalnızlık Var’ (2003) ile büyük çıkış yakaladı. 2016 yılına kadar 9 roman daha yayımlayan Kiremitçi, sonra şiire ve müziğe yöneldi. 2021’de ilk polisiye-gerilim romanı ‘Mezun Cinayetleri’yle yazarlığa geri döndü; ‘Başkomiser Perihan Uygur Polisiyesi’ başlıklı seriyi 2022’de ‘Perinin Ölümü’ ve yeni çıkan ‘Tehlikeli Şarkılar’la sürdürüyor.
FESTİVAL YAKLAŞIRKEN
İlk maceradan yaklaşık iki yıl sonrasındayız. Bir bahar akşamı Vefa Uslu isimli bir müzik organizatörü işyerinde, çalışanlarından Didem Ülgen ile birlikte kanlı bir cinayete kurban gidiyor. Elbette vakayı üstlenecek cinayet masası Başkomiseri Perihan Uygur ve ekibi. İlk akla gelen şüpheliler ise Vefa Uslu’nun düzenlediği Yanarca Müzik Şenliği’ni engellemeye çalışan Saruhanağa Vakfı Cemaati. Cemaatin önde gelen isimlerinden Sefa Uslu’nun maktulün kardeşi olması ve cinayet mahalinde bir muska bulunması şüpheleri daha da arttırıyor.
Ne var ki muskadaki yazının festivalde sahne alacak bir gurubun ünlü bir şarkısından alıntılandığının ve öldürülen Vefa Uslu’nun bu gurubu çok önemsediğinin ortaya çıkması kafaları biraz karıştıracaktır. Üstelik Vefa Uslu’nun ölmeden önce son telefon konuşmalarını yaptığı şahısların da boğazlarının kesilip yanlarına birer muska bırakılması işleri iyice içinden çıkılmaz bir kaosa sokmuştur.
Perihan Uygur ve iki kadın yardımcısının asıl canını sıkan cinayetlerin ülke gündemindeki çekişmelere uygun düşmesi ve her kafadan bir ses çıkmasıdır:
“Sosyal medyada iddialar ve komplo teorileri havalarda uçuşuyordu. Böyle durumlarda hep olduğu gibi, internetteki herkesin net ve sarsılmaz birer fikri vardı. Ayrıca tweet yazacak kadar Türkçesi olan her ajan provokatör mesaiye başlamış, ateşe körükle giden zehirli sözler kolera gibi yayılmıştı.”
İş bu noktaya geldiğinde Perihan Uygur’un amiri Hilmi Kuzu yukarıdan gelen baskılara dayanamayacak, dosyanın bir an önce kapatılması için Perihan Uygur’un soruşturmasına -Perihan Uygur’un dönem arkadaşı- Azmi Kömürcü ve ekibini de dahil edecektir. Soruşturma İstanbul’un dört bir yanında bütün hızıyla sürdürülmesine rağmen bir türlü dişe dokunur bir ipucu çıkmaz. Bu durumdan en çok rahatsız olan hiç kuşkusuz Başkomiser Perihan’dır. Zira kafasından bir önceki cinayet soruşturmasında son anda kurtardıkları Ukraynalı genç kadının işkence görmüş bedenini çıkartamamıştır. O genç kızla kendi kızı Ceylan arasında benzerlikle kuran Perihan Uygur, kızının da Yanarca Festivali’ne gidecek olmasının tedirginliğini yaşar.
“O gece rüyasında Anna yerine Ceylan’ı gördü. Kızı festival alanındaydı. Binlerce gençle beraber dans ediyordu. Alanda Perihan’ın tanımlayamadığı ve kendisi dışında kimsenin fark etmediği bir tehlike vardı.”
Katili bir an önce bulmak zorundadır...
İNSANLIK HALLERİ
Eskilerden kalma bir alışkanlık olmalı, yeni bir polisiye dizisi başladığında ilk dikkatimi çeken detektif tiplemesidir. Bu nedenle Başkomiser Perihan Uygur ile başlamak istiyorum. 2021 yılında, serinin ilk macerası olan ‘Mezun Cinayetleri’nde -bir tanığın izlenimleri üzerinden- tanışmıştık Perihan Uygur ile: “Birden karşısında orta yaşlı, tombul bir kadın buldu. Kıvırcık siyah saçlı ve kalın dudaklıydı kadın. Zekâ dolu siyah gözleri dikkatle bakıyordu. Çok hafif makyaj yapmıştı. Boyu bir altmış civarındaydı. Uzun, siyah bir etek ve uzun kollu, bordo bir penye bluz giymişti. İrice burnu sevimli bir hava veriyordu yüzüne.”
80’li yılların sevilen dizisinden esinlenilerek emniyettekilerin ‘Perihan Abla’ diye adlandırdığı Başkomiser, Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu. Şimdilerde 50’lerini geride bırakmış, emekliliğine yaklaşmış, mutlu bir evliliği olan ve Asperger sendromlu kızının üzerine titreyen bir anne. Her yerde karşınıza çıkabilecek, sıradan bir orta sınıf kadını. Ama görünüş aldatmasın; aklını kullanmayı, dik durmayı, yeri geldiğinde yırtıcı olmayı bilen bir komiser:
“Aynaya baktığında bir kaplanın gözlerini gördü. Akları kızarmış, gözbebekleri küçülmüş gözlerdi ve öfkeyle bakıyorlardı.”
Başkomiser ve ekibine ‘Bacılar Bölüğü’ diyor emniyettekiler; Osmanlı’nın ilk zamanlarındaki, sırf kadınlardan oluşan güvenlik teşkilatı Bacıyan-ı Rum’a atıfla. Kuşkusuz erkek egemen dilin dışlayıcı alaycılığıyla takılmış bu ad. Ancak Perihan Abla ve yardımcılarının elde ettiği başarı sonucu ‘Bölük’ saygınlık kazanmış. Aslında okuduğumuz ilk üç macerada kadın yardımcı sayısının zenginleştiği söylenemez. Buna karşılık özelikle Perihan’ın genç yardımcısı Ayla, gerek fiziği gerek mesai dışındaki hayatı ile hikâyede sürükleyici bir rol oynuyor. Onu da dış bir gözle inceleyelim: “İçeri rasta saçlı, üzerinde Pantera yazan siyah tişörtlü, kolları dövmeli bir genç kadın girdi. Çok uzun boyluydu, yüzücüler gibi geniş omuzları vardı. Dizleri yırtık bir mavi kot pantolonla siyah asker botları giymişti. Yeşil gözleri dünyadaki tüm acıları görmüş ve bir şekilde atlatmış gibi bakıyordu.”
Ekibin ilk çaylağı hayatını kaybetmişti. İkinci maceranın sonunda ‘Bacılar Bölüğü’ Hasret ile sevimli ve becerikli bir çaylak daha kazandı. Elbette diğer mesai arkadaşlarını da unutmamak gerekiyor; emniyet müdürü Hilmi Kuzu, savcı Berke Çelik, adli tabipler Haluk Özüdoğru ve Banu Akyürek, kriminolog Sevinç Tokcan, olay yeri inceleme amiri Hulki, narkotiğin yükselen ama sevimsiz yıldızı Furkan... İşte bu şahıslar kadrosuyla, polisiye işlemlere ağırlık veren türde bir polisiye dizi üretiyor Tuna Kiremitçi.
İlk macerada tarihi bir lisenin mezunlarını hedef alan cinayetler söz konusuydu. İntikamdı katilin amacı. Ancak arka plana 80 sonrasının faşizan uygulamalarının gölgesi düşmüştü. ‘Perinin Ölümü’nde kurban yıllardır Türkiye’de yaşayan yaşlı bir kadındı. Muammanın kolları bir yandan edebiyat dünyasına diğer yandan arazi mafyasına uzanıyordu. Okuduğumuz bu üçüncü macerada cinayet soruşturmaları cemaatlere, müzik dünyasına, tarihi eser kaçakçılığına dokunuyor. Cinayetler ve soruşturmalar elbette romanların merkezinde ama geri plandaki insani ve toplumsal meseleleri de görünür kılmayı başarmış Kiremitçi. Ayrıca Perihan Uygur’un amirleri ve erkek meslektaşları ile -her macerada- sürtüşmesi de maçoluk kültürüne bir gönderme ve teşkilata bir yergi olarak düşünülmeli.
Polisiye işlemleri öne çıkaran, modern olay yeri inceleme tekniklerine yer veren ve cinayeti soruşturan tarafın inandırıcı bir portresini çizen ‘Başkomiser Perihan Uygur’ dizisinin polisiye edebiyatı ilgilendiren özellikleri -muamması, detektif ve katil tiplemeleri, mekân kullanımı, sürükleyiciliği velhasıl tekmili birden- yerli yerinde. Bunlara yaklaşık 20 yıl önce, henüz kariyerinin başındayken okuyup beğendiğim Tuna Kiremitçi’nin artık olgunlaşmış, sade ama hedefi bulan üslubu da eklendiğinde ortaya düzeyli, keyifle okunacak bir polisiye dizi çıkıyor. Polisleri ve zanlıları bir suç etrafında, temel insanlık halleriyle yakalıyor Kiremitçi. Ama vurgulamak gerekir; asıl gücünü ana karakteri Perihan Uygur’dan, kurbanlara empati kurma becerisine, akla ve vicdana sahip güçlü bir kadının kişiliğinden alıyor.