Güncelleme Tarihi:
Şiirine ilişkin bir-iki kısa yazı yazdıydım, oralarda söylediğimi yineleyerek başlayacağım: Mustafa Köz, Türkçenin en iyi şairlerinden. Hem de öyle son yılların filan değil, Cumhuriyet döneminin en iyilerinden. Ustalığına aldırmadan yazan biri olmak da kolay değil, çoğu bu yükün altında kaldılar, usta oldular, ama şiir altta kaldı! Köz’de şiir hep üstte, ustalık onun umursadığı bir sıfat değil, ben de fazla söyleyip durmasam iyi olacak!
Köz şiiri; değişenden çok değişmeyenin, kalıcı ve bazen de bu niteliğiyle kadim olanın, yeryüzünü var kılanın, doğa-insan birlikteliğinin, aşktan tutkuya kalp hallerinin, büyüklere insan olduklarını hatırlatan çocukların, onların uykuları ve uykusuzluklarının, geçmeyen, giderek derinleşen yoksulluğun, eşitsizlik, ayrımcılık, ırkçılık ve ötekileştirmenin, ezilen, sömürülen, yok edilen halkların, dillerin, kültürlerin safında olmanın, savaşın ve barışın ve hem güpgüzel hem de çipçirkin olabilen bu dünyanın, ezcümle ortaklaşa yaşadığımız ne varsa onun şiiridir. Politik demeye gerek bırakmayacak kadar da kalbi açık, duyarlılığı yüksek ve hiç kuşkusuz sözleri de birer işarettir.
Sayfaları çevirdikçe ‘Yaralı Boşluk’ büyüyor, şairin tanıklığı demek bile fazla, hepimizin gözünün önünde olup bitenleri yaşamak kadar yazmak da zorlaşıyor, ama Ataol Behramoğlu’nun 2 Temmuz 1993 Madımak katliamı için “yaşamak görevdir bu yangın yerinde/ yaşamak, insan kalarak” dediği gibi, daha belki hiç şiir okuyamadan ya da sevgilisine bir şiirle seslenemeden katledilen gençlerin, genç kızların acısını yazmak da şair için bir göreve dönüşüyor bu yangın yerinde çağ ağrısında.
Roboski’nin kara gecesinden haziran çocuklarına, Soma kardeşlerine yerin, göğün, yeraltının, insanın, hayvanın, tabiatın tümden ağrıdığı, canının yakıldığı, varlığına kıyıldığı bir zaman bu ve ‘Auschwitz’den sonra şiir yazılır mı?’ sorusunu da ne yazık ki şairlerin değil, zalimlerin yanıtladığı bir çağ. ‘Her yer Kerbela, her dem gözyaşı’ derdiyle yaşanan her günün şiirleriyle kanayan bir yara. “Suriye için savaş kararını onayan Türkiye Meclisine bir Arap ananın mektubu”nu mu okursunuz yoksa ‘Göç’ün avuntu bulmaz belirsizliğini mi?
Çağ ağrısını yaşayan, yaşatılan şairlerden İlhan Sami Çomak’a adadığı ‘Çıplak Tay’ şiirindeki umuda kulak verirsiniz belki de bunca acıdan, yangından gözleriniz, gönlünüz yanmışken: “Şiir yazıyorum, uzaklar daha yakın/ yakınlar daha uzak/ bir sabah yürüdüm/ baktım, odamda bir gök/ sözcüklerden bir ırmak” olup çıkarsınız.
‘Yirmibirinci Yüzyıl İçin İlk Söz’ şiirini okuduktan sonra, ‘Salgın’la birlikte belki bu ‘çiğ yüzyıl’ı siz de uğurlarsınız!