Güncelleme Tarihi:
Traduttore traditore! Yani “Çevirmen haindir!”. Bir Latin atasözüymüş bu. Onu neden hain olarak gördükleri üzerine hayal kurmak zor değil. Hele başlangıçta, bir kültür adamından çok iki dil arasında siyasal iletişim kuran kişi olduğu düşünülürse... Yine de ilerlemenin kaynağında asıl onlar var. Bu bağlamda şiire kavramsal düzeyde ‘çeviri’ diyen Ezra Pound ile tercümeyi ‘uyanış’ın başlangıcı sayan Hilmi Ziya Ülken’in görüşlerine bakmak bile net bir fikir verebilir. Tercümeyi, çeviriyi, kültür ve medeniyet tarihinin içinde görmek, ‘politik ve poetik’ bir olgu olduğunu kabul etmek şaşırtıcı değil. Kültür tarihimizin ilk büyük talihsizliklerinden, ömrü kısa süren Encümen-i Daniş’i de bu bağlamda düşünmeli. (Meraklılar, Prof. Dr. Ali Akyıldız’ın çalışmasına bakabilirler.)
Batılılaşma/çağdaşlaşma tarihimiz hem uzun sürmüş hem de çetin geçmiştir. Dilde yaşadığımız bu ‘kavga’nın geçmişini aydınlatmak çok önemli. Bu bağlamda Şehnaz Tahir Gürçağlar, edebiyatı merkeze alarak, 1923-1960 döneminde ‘edebiyat çevirisi alanını şekillendiren politika ve poetikayı ortaya koymanın peşine düşmüş. ‘Türkiye’de Çevirinin Politikası ve Poetikası 1923-1960’ adlı çalışmasında ‘çevirinin kültürel süreçlerle nasıl etkileşim içinde bulunduğunu’ araştırmış. Çevirinin her zaman ‘devlet müdahalesi’yle karşı karşıya gelmesi bir yana bu müdahalenin yazarlar tarafından olumlanmasına özellikle dikkat çekiyor yazar. Bu otuz yedi yıllık sürede, çevirinin ‘Türkiye’yi batılılaştırma ve çağdaşlaştırma projesinin bir parçası olarak’ nasıl kullanıldığını araştırmış. Gürçağlar, bu amaca hizmet eden Tercüme Bürosu’nu ‘klasiklerin çevirisine ağırlık verirken, cumhuriyetin ilk kırk yılında çeviri edebiyat piyasasının büyük kısmını tutan popüler edebiyat çevirilerini göz ardı ettiği’ için eleştiriyor. Hedefin amaçlarındaki muğlaklığı tartışmaya açıyor. Yorumlarını istatistiklerle destekliyor.
Bir edebiyat kanonu oluşturmak ve bu kanonun ‘ithali’dir özünde yapılan. İthal kavramı, bir kültürün bilinçli ve planlı bir şekilde başka bir kültüre açık hale gelmesini de içerir. Gürçağlar, ‘egemen söylem’ sahibi devletin dışında gerçekleşen popüler edebiyat çevirilerinde normlara karşı bir direncin gözüktüğünü ama bunun göz ardı edildiğini ileri sürerken bu alandaki ‘faaliyetlerin de, sistematik olmaktan çok uzak hatta keyfi’ olduğunu ifade ediyor. Çeviri tarihini, faaliyetin tarihsel bağlamı, bu bağlamın söylemi ve metinler olarak üç ayaklı yapı içinde irdelerken de sistematik bir bütünlük kurmanın yollarını araştırıyor.
Bugün daha rekabetçi ve devlet kontrolünün dışında gerçekleşen çeviriler belki Andre Lefevere’in sözünü ettiği o iki tür denetime daha yakındır: ‘Edebiyat dizgesinin kendi içinden gelen müdahale ve edebiyat üretimiyle uğraşan eyleyicilerin etkileri’. Ayrıca tercüme, çeviri, tercüman, nakleden, çevirmen gibi kavramların gelişmeleri ve buna bağlı dinamikleri de kendi içinde takibe alıyor Şehnaz Tahir Gürçağlar. Çeviride son elli yılda yaşananları incelemek ve bunda geçmişin rolünü araştırmak da önemli sonuçlar doğurabilir. Pek çok derginin hazırladığı ‘Çeviri Özel’ sayıları incelenebilir. Güraçar’ın çalışması getirdiği ufuk ve içerdiği yaklaşımlar sebebiyle başlangıç olmaya aday. Özgür ve verimli bir kitap.