Güncelleme Tarihi:
“(...) çünkü Bugün üzerine yazılanları hemen yok etmek gerekir; tıpkı bugün yazılmış ve yerine hiçbir Bugün’de varamayacak mektupların, bu nedenden ötürü yırtılması, buruşturulması, bitirilmemesi, yollanmaması gibi.”
Ingeborg Bachmann’ın eşsiz ‘Malina’sından bu satırlar, Ahmet Cemal’in eşsiz çevirisiyle. 1970’lerin ortası olmalı, aziz dostum telefonda okumuştu; sürekli bu çeviriyle baş başaydı, sürekli boğuşarak. ‘Malina’nın çevirisi ancak 1985’te yayımlanabilecekti...
Ne kadar yaşarsam yaşayayım, sevgili Ahmet Cemal’in telefondaki sesini bir daha duyamayacağım. Moda’daki kira evleri, küçücük odası, gecelerce süren çalışmaları ve arada bir beni arayışı ya da benim onu arayışım: Çeviri edebiyatımızın bazı başyapıtlarından cümleleri, bölümleri okurdu...
Ne zaman tanışmıştık, galiba hemen ‘Cumartesi Yalnızlığı’ndan sonra, galiba Altın Kitaplar’da, bir başka aziz dostun, Doğan Hızlan’ın odasında. Ahmet’i yitirinceye kadar süren bu dostluk, yetmişime iyice yaklaşmışken, şimdi bana sadece acı veriyor.
Acı vermesinin sebebi, uzun yıllar, çok uzun yıllar edebiyatımıza, özellikle çeviri edebiyatımıza ne pahasına emekler verdiğini düşünmem Ahmet Cemal’in. Daima kira evlerinde, daima maddî sıkıntılar içinde, eline geçen parayı daima ve hemen, bizlere bonkörce harcayışı! Kalakalarak, geçmiş zamanın o güzel, coşkun günlerini anımsıyorum. Atilla Birkiye’nin kederli sesinden ölüm haberi; önce inanamadım, iyileştiğini sanıyordum; Atilla, hayatını noktalamak istercesine, elinden geleni esirgemediğini söylüyordu Ahmet’in. Ona da öylesi yaraşırdı. Bir onur insanıydı, bu dünyanın gelgeç yükseltişlerine yüz vermeyecek, kendi dünyasında tek başına ayakta kalacak bir insan. ‘Malina’nın çevirisi gibi, Canetti’den ‘Körleşme’nin çevirisi de yıllarca sürdü. Beğenilmeyen, boyuna değiştirilen, yenilenen bölümler. Sürüp giderdi gece yarısında telefon konuşmalarımız: ‘Körleşme’yi önce dinledim sayılır. Ardından, görkemli roman yayımlanınca, Ahmet Cemal’in Türkçede yaşattığı derin ironiye vurulup kalacaktım. Ne pahasınaydı bunca emek; sorup duruyorum. Akıllara durgunluk verici bir titizliğin son temsilcilerindendi. Bir yandan da, yazınsal değerler karşısında alabildiğine çekingen. Öyle sanıyorum ki bu yüzden, ‘kendi yazmak istediklerini’ çoğu kez erteledi; ayrıca yerinmek gerekir. Artık hiçbiri hayatta değil: Birçok gece, teyzemle eniştemin Mühürdar’daki evlerinden çıkıp Ahmet Cemal’e Moda’daki çatı katına uğradım. Daracık imkânlarında bütün kitaplarla bezenmiş odası. O çalışma odasını hayatımın en büyük zenginliklerinden sayıyorum; iyi ki tanıklık ettim. Bir defasında, Cemal Paşa’nın mine işli kırmızı madalyasını armağan edecekti bana Ahmet, Cemal Paşa’nın torunu Ahmet Cemal.
Gelgelelim ‘Vergilius’un Ölümü’ne. Çok uzun yıllar sürdü bu çeviri. İkidebir uzaklaşırdı aziz dostum, “Olmuyor!” diye tuttururdu. Birkaç yıl önce yayımlanması benim için sürpriz oldu: Gizlice çalışırmış, gizlice, kimselere söylemeden. Broch’un romanı baştan sona şiir-romandır. Türkçesi de! Şimdi hatırlıyorum da, Ahmet Cemal çağdaş şiirimizin alçakgönüllü ve özenli bir okuruydu. Oktay Rifat’ın dizelerine, özellikle son şiirlerindeki söylemine, Türkçe açısından ders çalışırcasına yaklaşımı! ‘Vergilius’un Ölümü’ çeviri edebiyatımızın en önemli şiirsel verimlerinden. Bu aşamaya varabilmek için bir ömür verdi sevgili arkadaşım. Yetinmezdi: Kendi inceliklerini, kendi gözlemlerini, duyumsayışlarını, çözümlemelerini herkesle paylaşır; “Bunları yazmalısın” dediğinizde, her birini cömertçe armağan ederdi. Moda’da, Koço’da, Füsun Akatlı, Ahmet Cemal, ben, ne çok güldüğümüz yaz sonu gecesi! Gülmüş müydük, bana mı öyle geliyor, şimdi sadece gözyaşları. Aziz dostlarımdan yoksun kalmak...