Güncelleme Tarihi:
Cemal Süreya: Kendi anılarının uzağında bir şair. Anılarından hızla uzaklaşan, hep şiire kaçan. Hiç konuşmayan. ‘Kapalı’ ya da ‘zor’ şair diye bilinen Ece Ayhan’ın şiirlerinde bile, kendi anılarına örtük biçimde de olsa daha çok rastlarsınız. Cemal Süreya ise şiirlerinde pek az, o da kendi yerine koyduğu bir ‘maliyeci’ kılığında kimi yolculuklardan, eski zamanlardan, mekânlardan, insanlardan söz eder. Daha ötesi daha ötededir.
Çocukluğu, sevdiği kadınlara yazdığı şiirlerdedir örneğin. Çocuk Cemal Süreya’nın hallerini onları şehvetmiş gibi görünen bir şefkatle arzularken görürsünüz. Şımartılma isteği barındıran dizelerinde bulursunuz. Sezai Karakoç’la arkadaşlığında ve ikisini birden saran mahcubiyette sezersiniz. Çocuk olmadan şair olmuş gibidir Cemal Süreya. Sonra çok arkadaşı olsun istemiştir. Sevilmek istemiştir çünkü. Sevilmek isteyen çok sever ama, asıl olarak çok insanı sever, nerdeyse herkesi sever. Süreya’nın dağıttığı ‘mavi sevgi’ daha çok böylesi bir sevgidir. Hiç çocuk olamamış birinin ertelenmiş isteğidir...
İlhan Berk ‘Uzun Bir Adam’da kendini anlattı. Derviş Aydın Akkoç ‘Turgut Uyar’ın Çocuklarıyız’ kitabında, şairi çocuklarına anlattırdı. Ülkü Uluırmak ‘Edip’in Lastik Topu’nda, ailesi ve dostları ile Edip Cansever’in çocukluğuna bir yolculuk yaptırdı. Nâzım Hikmet’i çocukluğundan başlayarak, Va-Nu, Memet Fuat, Balaban kitapları başta olmak üzere onlarca kitapta yakından tanıdık. Necip Fazıl, Babıâli’de kişisel macerasının önemli bölümünü anlatır. Yahya Kemal’in ‘Siyasi ve Edebi Hatıralarım’ kitabı büyük şairin Üsküp’ten Selanik’e, İstanbul’a, oradan Paris’e, ‘mektepten memlekete’ adeta günlüğü gibidir. Behçet Necatigil ise gerek eşi Huriye Hanım’ın gerekse kızları Ayşe (Sarısayın) ve Selma’nın çabaları ve kazılarıyla eksiksiz bir yaşamaya kavuştu. Uyarlamalarından çevirilerine, mektuplarına, gazete yazılarına sürekli olarak yeni kitapları yeryüzüne çıkarılıyor.
Cemal Süreya her ne kadar, Edip Cansever’in ‘Gelmiş Bulundum’ şiirine benzettiğim ama varlığını onun kadar ciddiye almadığı, yine de ‘bir yaşam kırgınının şarkısı’ sayılabilecek ‘Dikkat Okul Var!’ şiirinde, “Şanssızım diyemem ben kendi payıma/Oluyor böyle şeyler ara sıra/Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim/Bütün çocuklar anlar da” dese de, şanssızdır. Aslında ‘yaşam kırgını’ olmasına yetecek kadar çok şey vardır yaşamında, ama o belki de en çok ‘jest sahibi’ olan şairimizdir ve “kan kusar, kızılcık şerbeti içtim” der.
Cemal Süreya’ya ilişkin en kapsamlı, tanıklı biyografi değerli öykücümüz Nursel Duruel’in Feyza Perinçek’le birlikte hazırladığı ‘Şairin Hayatı Şiire Dahil’dir (1995). Eşi Zuhal Tekkanat’a 1972’de yazdığı ‘On Üç Günün Mektupları’ da şairin biyografisine dahildir... Bir de son yıllarında adeta ‘kavuştukları’ Ece Ayhan’la söyleşilerinde anlatır kendisini biraz... Hepsi o kadar!
Öyleyse kendini şiirlerine gizleyen değil, şiirlerinden bile gizleyen bir şair Cemal Süreya. Dersim’den sürgün edilmeleri de şiirinde değil bir yazısında çıkar karşımıza, o da bir metafor olarak. 15 yıl kadar mı ne oldu, kızı Ayça’nın babasının iki defter dolusu şiirinden söz ettiğini okuduk, heyecanlandık, sonra bir şey çıkmadı. Kız kardeşi Perihan Bakır’ın yazdığı ‘Size Nefesimi Bırakıyorum’da ilk elden anılar yer alıyor. Yalnızca bu açıdan bile çok değerli bir katkı. Cemal Süreya gibi, hiç kuşkusuz şiirimizin en çok sevilen şairine olan ilginin, yaşamına da olması beklenir. Ne var ki ‘internet efsaneleri’ olarak dolaşan, çoğu yalan yanlış, eksik fazla, abartılı ve ‘icat edilmiş’ anıların, yaşamöykülerinin asıllarını kaynağından, tanıklardan okumak için de daha çok böyle kitaplar gerekiyor. Hele o şair, Cemal Süreya gibi, ‘şairin hayatı şiire dahil’ deyip, mahcubiyetinden kendini şiirinden bile gizleyen, ama aslında çok tanınmak, bilinmek, okunmak ve sevilmek isteyen bir şairse!