Güncelleme Tarihi:
Çoğumuzun iktisatçı kimliği ile tanıdığı Mahfi Eğilmez, 1950 yılında İstanbul’da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye bölümünü bitirdi. Gazi Üniversitesi’nde kamu maliyesi alanında doktora yaptı. Maliye müfettiş muavini olarak başladığı kamu kesiminden, Hazine müsteşarıyken istifa ederek ayrıldı. Özel sektörde finans kuruluşlarında üst düzey yönetici olarak görev yaptı. İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak ders verdi. Yeni Yüzyıl ve Radikal gazetelerinde köşe yazıları yazdı. CNBC-e ve NTV televizyonlarında program yaptı. Altınbaş Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor ve Hitit tarihi üzerine çalışmalarını sürdürüyor.
MAHŞERİN DÖRT ATLISI
Dönemin gözde müteahhitlerinden Mehmet H’nin, Tarabya’daki görkemli villasında susturuculu bir tabancadan atılan subsonic bir kurşunla vurularak öldürülmüş halde bulunmasıyla, gerçekten klasik bir polisiye roman gibi başlıyor hikâye. Soruşturmayı yöneten Komiser Cengiz, gözlem ve analize önem veren, dikkatli ve deneyimli bir dedektif. Olay yerindeki ilk incelemelerde katilin maktulü ve evi yakından tanıyan birisi olabileceğinden şüpheleniyor.
Öte yandan soruşturmayı mahkeme aşamasına taşıyacak Savcı Selim de işinde titiz bir hukukçu. Ve elinde Mehmet H.’nin ölümünden iki hafta önce gelen bir ihbar mektubu var. Mektuba göre Mehmet H.’nin yakın zamana kadar başkanlığını yaptığı B. Vakfı kamu ihalelerinin vakıf üyesi şirketlere verilmesi için bakanlık düzeyinde etkili olan bir yapı. Vakfın yeni yönetim kurulu başkanı Kemal T. ve yönetim kurulu üyeleri de karanlık işlerle uğraşan, kamu ihalelerine fesat karıştırmakla ilişkilendirilen kişiler. Savcı Selim öldürülmeden bir hafta önce savcılık makamından randevu alan Mehmet H.’nin bazı kirli işleri ortaya dökeceği kuşkusuyla öldürüleceğinden şüpheleniyor.
Sonra romanın asıl kahramanı Murat K. çıkıyor sahneye; “Uzun boylu, boyuna göre zayıf, siyah saçlı, yakışıklı genç bir adam”... Mesleği maliye müfettişliği ama akademik kariyerini de sürdürmüş, doktorasını dört yıl önce verdiğinden şimdilerde doçent unvanını alabilmek için yeni makaleler yazmakla uğraşıyor. Murat’ın olaya karışması bizzat Başbakanlık’tan gelen talep üzerine. İstenen, eski kamu yatırımları bakanının Mehmet H.’den rüşvet alıp almadığının soruşturulması. Ne var ki soruşturmanın eski kamu yatırımları bakanının görev dönemiyle sınırlı kalması talimatı biraz mide bulandırıcı.
Gelelim olayları başlatan ihbar mektubunun sahibine, yani deneyimli gazeteci Ali Y.’ye; “Zayıf, solgun benizli, saçları sıfır numara kesilmiş, yorgun görünümlü bu adam yaşamının yarıdan fazlasını gazetecilik yaparak geçirmiş”. Şimdilerde köşe yazarlığı yapmakla birlikte muhabirliği de elden bırakmamış. Aslında kişilik olarak sessiz, sakin ve uzlaşmacı bir insan ama konu kamu servetine ve gelirlerine yönelik yolsuzluklara gelince uzlaşmacılığı kalmıyor. Nitekim, Mehmet H.’nin holdinginin ihalelerinde burnuna yolsuzluk kokusu çarpınca, hele ki buna holdingde bir kaza sonucunda yaşandığı öne sürülen bir ölüm olayı da eklenince şüpheleri artmış. Soruşturma kapatıldığında elindeki bilgi ve belgeleri isimsiz bir mektupla Cumhurbaşkanlığı’na ulaştırmak gelmiş aklına.
GERÇEK SUÇLAR
Kişisel soruşturmaları yürüten bu dört adamın yolu sonunda kesişecek, aralarındaki bilgi alışverişi yapbozun parçalarının birleştirilmesini sağlayacak ve süreç hızlanacaktır. Ne var ki engellemelerle karşılaşırlar. Artık düştükleri cehennemden kurtulmak için radikal bir karar vermenin zamanı gelmiştir...
Mahfi Eğilmez, siyasi güce dayanan yolsuzlukları yani baştan aşağıya kirlenmiş ve kriminalleşmiş bir durumu teşhir edebilmek için suç romanı kurgusundan yararlanmış. İşin iktisadi boyutuna hâkimiyeti hepimizin malumu. Polisiye kısmı ise bu türe olan merakıyla ilgili olmalı, özellikle de Sherlock Holmes’a. Holmes’un delilleri değerlendirme ve analitik düşünme yeteneğini Komiser Cengiz’e bahşetmiş. Ünlü dedektifin pipo tutkusu ise Murat K.’ya düşmüş. Keramet pipoda olmalı ki düğümleri çözme görevini -daha çok- Murat K. üstleniyor!..
İlk roman, ilk polisiye olma özelliğiyle ‘İnferis’ iyi bir başlangıç sayılabilir. Murat K. ve arkadaşlarının suçu araştırması, kayıp defterdeki şifrelerin çözümü, ayak izlerinin takibi ve sondaki sürpriz final merak ve heyecan unsurları olarak hikâyeyi baştan sona diri tutuyor. ‘İnferis’in eleştirilecek tarafı dil ve anlatımında. Ömrü akademik çalışmalarla, iktisadi inceleme yazılarıyla geçen Eğilmez, edebiyat kariyerine yönelecekse dilini, üslubunu, roman kişilerinin derinliğini biraz daha geliştirmeli.
Yanlış anlaşılmasın, yukarıdaki eleştiri ‘İnferis’in önemini azaltmıyor. Zira ‘İnferis’in asıl önemi meselesinde. Yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırılması, çeteleşme, yargısız infaz ve daha aklınıza gelebilecek pek çok siyasi ve toplumsal kaynaklı suça şahit olduğumuz halde Türkçe yazılan romanlarda -hele ki polisiyelerde- bunlara pek az yer verilmesinin büyük bir eksiklik olduğunu pek çok kez belirtmiştim. ‘İnferis’ böyle bir eksikliği bir nebze olsun gidermeyi önüne koyan hikâyesiyle övgüye değer. Bu tarz metinlerin önemi yalnızca ‘edebi’liği ile ölçülemez, onların değeri biçimden ziyade içeriğinde aranmalıdır.
‘İnferis’, Petro Markaris’in ‘Batık Krediler’ini hatırlatan bir roman. Mahfi Eğilmez de Markaris gibi ekonomik çıkar ilişkilerine dayalı gerçek suçları anlatıyor. Anlatılanların bir kısmı ilk kez duyduğumuz türden şeyler değil. Ancak ‘yolsuzluk’ deyip geçmemiş Eğilmez. Bu tür çarkların nasıl döndüğünü, yurtdışı kredilerinin mahiyetini, İsviçre bankaları üzerinden yürütülen cambazlıkları, bürokratik ayak oyunlarını ayrıntılarıyla ortaya koymuş. İşte bunları daha anlaşılabilir, daha çarpıcı biçimde sergileyebilmek amacıyla kullanıyor polisiyelerin sürükleyici potansiyelini. İktisadi yazılar okumaktan sıkılanlara popüler bir türün barındırdığı imkânlarla seslenen Eğilmez’in ‘yabancılaşmış bir toplumun psikopatolojik portresi’ni çizdiğini söyleyebilirim.
Roman kahramanı Murat’ın soyadındaki K., Kafka kahramanlarına bir gönderme mi bilemiyorum ama Murat K. da onlar gibi bürokrasinin yozlaşmasının kurbanı hissediyor kendisini: “Bu dünyaya yabancı gibiydi. Dünyadaki en tuhaf duygulardan birisidir insanın yaşadığı çevreye, topluma, hatta dünyaya yabancılaşması. Bu duyguya kapılan insan bir rüzgârın önünde oradan oraya savrulan bir yaprak gibi hisseder kendisini.”
Sanıyorum hepimiz böyle bir yabancılaşmadan nasibimizi alıyoruz. Mahfi Eğilmez yine de iyimser bir yaklaşım içinde; “Bu yozlaşmış ilişkilere direnen az sayıda idealist insanı öne çıkararak umudun her zaman var olduğunu” vurgulamak istediğini söylüyor. Olayların geçtiği dönem/tarih/parti hakkında bilgi vermiyor ama eski bakandan yeni bakana uzanan yolsuzluğun yekpare bir süreç olduğunu sezdirmeden de edememiş. Olsun, biz yine de enseyi karartmayalım ve Murat K.’nın çok sevdiği bir Çin atasözüyle bitirelim; ‘Güneş, ay ve gerçekler uzun süre saklanamaz.’