Güncelleme Tarihi:
Nispeten yeni diyebileceğimiz bir tarihçilik anlayışı var. Bu görüşe göre, tarihteki büyük olayları sadece siyasi, ekonomik ve sosyal sebeplerle açıklayamayız. Ekolojik nedenler, önemli derecede tarihin oluşumunda rol oynamış ve bunun üzerinde yeterince düşünülmemiştir. Oysa bugünkü yöntemler ve yeni belgeler ışığında, yanardağ patlaması, uzun sürmüş çetin kışlar, kuraklık gibi pek çok doğa olayı dünya üzerinde etkili olmuş, siyasal, ekonomik ve sosyal dalgalanmalar yaratmıştır. Mesela, ‘Celali isyanlarının sebepleri, sadece ekonomik ve politik arenada aranmamalı ve belki de çok daha önemlisi, bu isyanlar, ekolojik zorunlulukların bir sonucu olarak görülmelidir’. Bu fikirdeki ‘çevre tarihçilerden’ birisi de Alan Mikhail. ‘Osman’ın Ağacı’ kitabında, Osmanlı tarihine ve özelde Osmanlı-Mısır ilişkilerine yoğunlaşıyor, çevre- iktidar ilişkilerini tartışıyor.
Ona göre mesela Mısır’dan hareket etmek ve Nil’e odaklanmak, ‘ekolojik tarihçilik’ yönünden yerinde bir adımdır. Böylece ‘siyasette ekolojinin, ekolojide de siyasetin rolünü anlamak için dört dörtlük bir vaka çalışması’na dalabiliriz. Hem madem, Osmanlı ‘bir ağacın altında başlamıştır’, bu metaforik anlatıyı, tarihsel gerçekliğin içine yaymakta ve açılımlarını aramakta yarar vardır. ‘Doğa ve iktidar ilişkileri’, ‘çevre tarihçiliği’nin yöntem ve analizleriyle irdelendiğinde, şaşırtıcı sonuçlara gitmek mümkün. Hele ‘7. ve 8. yüzyılda İslamiyet’in doğuşu ve yayılışının sonuçlarından birinin de yeni tür mahsul ve tarım teknolojilerinin Avrasya’da dolaşımı olduğu’ düşünüldüğünde, Osmanlı’nın hangi pragmatik akıl ve ‘manevi’ gerekçelerle çevreye yaklaştığını kavramak mümkündür. O sebepten, ‘Osmanlı yönetimine Mısır kanallarındaki çamurun içinden bakmak’ yerindedir.
A. Mikhail’in görüşüne göre ‘ademi merkeziyetçiliği’ önceleyen Osmanlı zihniyet dünyası, ‘Mısır kırsalında sulamayı köylülerin kontrol etmesine’ ses çıkarmamış, oradan gelen taleplere duyarlı olmuştur. Tarihçi, eldeki belgeleri ‘çevre tarihçiliği’ yöntemiyle okuduğunda, karşılıklı bir bilgi, emek ve iktidar ilişkisinin doğa adına yaşatıldığını görecektir. ‘Yerel uzmanlığı ve tarihsel özgüllüğü, imparatorluk genelindeki homojenlikten, kültürel ve toplumsal birlik fikrinden üstün tutan imparatorluk sisteminin bir sonucu’ olan bu ‘yaşatma’ iradesi, aslında, baştaki rüya metaforunun açılımıdır. Osmanlı siyasal aklı, çok derinde bir hayat ve verim efektini hep canlı tutmuştur.
Çünkü ‘Osmanlı İmparatorluğu bir ekosistemdir’. ‘Sistemin tüm bileşenlerinin birbirine bağlı ve tabi olduğu kaynaklar, halklar, fikirler, hayvanlar ve mekânlar arasındaki bir dizi bileşenler içerdiği’ doğrudur. Mısır örneğinde köylüler devleti, devlet köylüleri rıza yoluyla kullanırken, korunmak istenen tabiat ve onun verim kanunudur.
Dünyanın, şirket imparatorlukları eliyle küresel ekolojik felakete sürüklendiği günümüzde, geçmişte kalmış bir imparatorluğun çevre anlayışı ve asıl, sanayi devrimini ıskaladığı düşüncesi, belki yeniden, tarafsız, indirgemeciliklerden geri durarak, tartışılabilir. Bu ağacın altı, yeni gelecek araştırmacılar için yeterince geniş gözüküyor çünkü...