Güncelleme Tarihi:
‘Ceplerine Çiçek Dolduran Çocuk’taki öyküleriniz okuru kendi çocukluğuna ve büyüme serüvenine götüren türden. Bir bakıma ceplerimizi yoklama ihtiyacı duyuyoruz.
Öykülerimin sizi de çocukluğunuzla buluşturması ne güzel... Yazarlık basit ve çocuksu bir inançla yapılır. Eğer kendimi ya da herhangi birini yeterince içten ve derinlikli anlatabilirsem, bu herkesi ilgilendirir. Hem de okuru hangi devirde, coğrafyada, koşullarda yaşıyor olursa olsun… Edebiyatın büyüsüdür bu. Bizi kabuklarımızdan sıyırıp insan olmanın özünde, ortak paydasında buluşturur. Öykülerim belirttiğiniz gibi bir etki yaratıyorsa eğer, hiç kuşkusuz bunda insanın en saf halinin ‘çocukluk’ olması önemli bir etkendir. Çocukluk, edebiyat aracılığıyla kurulan ilişkinin ortak paydasını büyütür.
‘Mutlu Bir An’daki gibi bazı öyküler, bir ‘öyküden’ ziyade geçmişten zihninizde kalan bir anın, bir duygunun fotoğrafı… Bu ‘anların’ öykülerini nasıl inşa ediyorsunuz?
Bazı anlar daha yaşanırken onların özel olduklarını seziyorum. ‘Mutlu Bir An’daki gibi bir sürü küçük ve kendine has ayrıntının bir aradalığındaki uyumdan kaynaklanabiliyorlar. Ben de tanık olarak o ana katılıyor ve bir süreliğine kendimi her şeyle, herkesle ahenkli bir bütünlük içinde hissediyorum. Sonsuza açılan kapılar o anlar. Hep belleğimde duracaklarını, gelecekte bir gün mutlaka tekrar aralanacaklarını seziyorum. Gerçekten de yıllar sonra tüm berraklıklarıyla gözümün önüne geliveriyorlar. O kapının gerisindekileri başkalarının da yaşamış olduğunu ya da ben anlatırsam yaşamış gibi olacaklarını düşünüyorum. Bu sorumlulukla yazıyorum.
Kitaptaki hemen hemen her öykü durum ya da olay öyküsü diye kısıtlanamayacak, belirli duyguların öyküleri. Kötülük, suçluluk, korku, heyecan gibi çocuklukta iz bırakmış duyguları öyküleştirmek size nasıl hissettiriyor?
Yazarken duyguyu merkeze alır, onu elle tutulur, gözle görülür hale getirmeye çalışırım. Anlattığım olay, tarif ettiğim durum, oluşturduğum atmosfer, hatta karakterler hep bu amaca hizmet ederler. Edebi eserler her ne kadar genellikle akıl yoluyla eleştirilseler de başarıları okurda güçlü duygular yaratabilmelerinde yatar.
Çocukluğunuzda -öykülerinizden yola çıkarak- etrafınızda sizi kötülüğe itebilecek kişi, kişiler ya da olaylar bulunsa da bunlara yenik düşmediğinizi fark ediyoruz. Çocuklara ve gençlere bu konuda nasıl bir öneride bulunursunuz?
Çocuklukta iyiliğin sıkıcı bir yüceltilmişliği, kötülüğünse ürkütücü bir çekiciliği olur. Çocuklar nasihatten hoşlanmazlar ve her konuda iyi olmaları öğütlendikçe içlerinde bir tepki, kötüye karşı merak gelişir. Kötülüğü serüvenle özdeşleştirmeye başlar, onun çekiciliğine kapılmaya eğilimli hale gelirler. Ve genellikle kendilerinden daha tecrübeli bir arkadaş ya da büyüğün cesaretlendirmesiyle de sıkıcı hayatlarını renklendirmek, biraz da kendi varlıklarını haykırmak, iradelerini hiçe sayan otoriteye meydan okumak için kötülüğü deneyimlerler. Çocuk, yasak alana adımını attığı ilk andan itibaren huzursuzluk duymaya başlar. İyi çocuk kimliğinin, huzurlu aile yaşantısının, sıkıcı olduğunu düşündüğü rutinlerinin ne kadar kıymetli olduğunu ancak onları kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında kavrayabilir. Bu yüzden kötülüğün çocuklara yok sayılması değil yönetilmesi gereken, insana dair bir kavram olarak tanıştırılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Çocuklar kendi hatalarını yapacaklar, onlarla yüzleşecekler, sonuçlarına katlanacaklar ve kendi derslerini çıkaracaklar. Büyümek böyle mümkün oluyor. İnsan özünde iyi bir varlık. Bebeklerle haşır neşir olan biri bunu kolayca görebilir. Önerim çocuklara değil yetişkinlere: Onları, kaybetmekten korkacakları sevgi ve iyilik dolu bir ortamda büyütün.