Güncelleme Tarihi:
Son kitabınızın üstünden epey zaman geçti...
Üretime hiç ara vermedim ki... Sürekli yazmak yazarın kaderi. Ama iş yayınlanmaya gelince, o kaderin üzerinde bir başka kader var.
‘Büyülü Sofra’nın müşterileri tarih sayfalarına isimleri kazınmış önemli isimler... Kleopatra, Muaviye bin Yezid, Ebussud Efendi, Tolstoy, Gevher Nesibe, Camille Claudel, Aziz Pavlus, Kazıklı Voyvoda, Bayan Mao, Amy Winehouse, Yunus Emre ve Don Kişot... Birbirleriyle alakasız görünen bu isimlerin ortak bir yanı var mı?
Bu isimlerin ortak yanı mutsuzlukları. Bu kişiler ‘öteler’ ahalisinden. Bedensizler ama zihinleri hâlâ açık. Nihai akıbetlerini beklerken eski hayatlarını sorguluyorlar. Hallerinden memnun değiller. Acaba bir günlüğüne de olsa dünyaya dönebilseler, daha farklı davranıp pişmanlıklarından kurtulabilirler mi? Melekler hiçbir şeyin değişmeyeceğini bilseler de bunu kendileri deneyimlesinler istiyor. Böylece yeniden bedenlendirilip Büyülü Sofra adlı kafe-restorana indiriliyorlar.
Ve sadece kendileriyle değil, birbirleriyle de hesaplaşmak zorunda kalıyorlar.
Evet. Eski defterlerin açılması kaçınılmaz. Dünyalı olmak, ego sahibi olmak demek. Vaktiyle nefsini terbiye edemediysen, bin kere de dönsen bu hayata aynısın.
İçlerinde sadece Yunus Emre bildiğimiz derviş kıyafetleriyle gelmiyor. Aksine bej keten pantolonu, başında hasır şapkası, en modern haliyle arzı endam ediyor.
Çünkü hayal kahramanı olan Don Kişot’u saymazsak nefsi yoluyla Rabbini tanıyan bir o var. Dünyadayken varlığın sırrı kendisine bağışlandığından, bu tarafa gelip gitmeleri sadece gönül çelmek için. Bu tip insanların yüzleri bazen halihazırda fiziksel olarak yaşayan gizli dervişlere geçer.
Fuat Bey’in mesela. Kafenin sahibesi Neşe karakterinin içmimarı...
Aynen. Gönlü açıklar yalnız değildir, eğitim kesintisiz devam eder.
‘Büyülü Sofra’nın daimi müşterilerinden Hasan Hüseyin’in varlığı fantastik başlayan romanı postmodern bir gerçekçiliğe taşımış.
Bu, gazeteci kökenli bir yazar olmamdan kaynaklanıyor sanırım. Olaylar ve kişilerle birlikte, romanın yazılış hikâyesini de vermek hoşuma gidiyor. Hayallerimin ayakları bir noktadan sonra toprağa basıyor. Keşke basmasa da hep uçsam.
KİTAPTAN...
“Önce tencerelerin karnı acıkır burada. İnsanlar susamadan sürahiler yanar susuzluktan. Tavalar sır döker tabaklara. Şişeler bardakları tutkuyla öperken kepçelerden kaşıklara arzu akar. Ekmeğin zevkini ilk sepetler çıkarır, yemeğinse çatal bıçaklar. Her gün düğün dernektir. Ne fırın yitirir hararetini, ne ocağın ateşi söner. Mutfak aşkla döndüğünden Sofra’nın tadına doyulmaz.”