Güncelleme Tarihi:
Göç, terörizm, eşitsizlik, devletlerin git gide sertleşmesi, yönetenlerin söyleminin şiddeti, süreğen ekonomik kriz, kadın haklarında gerileme, doğal afetler, salgın hastalıklar, açlık, kuraklık gibi düpedüz hayatın köklerine inen zehirli sular zamanımızın ruh halini bozarken gezegenin topluma ve insana dönük ikliminde büyük bir gerilemeye yol açıyor. Daha elli yıl önce dünyanın ruh hali şimdiki gibi değildi, içinde yaşayanlar bilir, o geçmişe nostaljinin olumlu yanını tutarsak günışığının eksik olmadığını söyleyecektir.
Heinrich Geiselberger’in hazırladığı ‘Büyük Gerileme’ derlemesi dünyanın şimdiki hasta halinin başlıca belirtilerini tartışıyor. Ne yazık ki hep olduğu gibi bu tartışmalara katkıda bulunmaktan çok uzak, dünyanın git gide ücraya çekilen, duvarları yükselen bir yerinde yaşıyoruz.
Arjun Appadurai popülizmin ekonomik çöküntü üstünde nasıl yükseldiğinden söz ediyor. Yeni otoriter liderler (gene neofaşist de diyebiliriz), popülizmin yönetmeyi kolaylaştıran bir silah olduğunu biliyor ve tümü de milliyetçiliği çekinmeden etnik milliyetçiliğe, ırkçılığa götürebiliyor. Ulusal ekonomilerini kontrol edemedikleri için sürekli siyasal çözümler önermek de tümünün siyasal taktiği. Bu siyasal anlayışa verilen seçmen desteği de o ülkelerin demokrasiden uzaklaşmasına, otoriterleşmesine giden yolları düzeltiyor.
“Atalarımız, yakın dönemlerde bile, geleceği umutlarını yatırmak için en güvenli ve vaatkâr yer olarak görürdü,” diyor Zygmunt Bauman, “oysa biz geleceğe öncelikle korku, endişe ve kaygılarımızı yansıtıyoruz.”
Bauman’ın kaygılarıyla bizimki aynı. Gün olur, çanların kimin için çaldığını kulak versek de anlayamayız. İsteriz ki kapitalizmin ayağını bastığı toprağın çöktüğünü haber versin çanlar. Gelmez o ses ama kulağımızı toprağa dayayınca, içerde ve dışarıda, yaşadığımız ve izlediğimiz hayatın yaşadığı büyük gerilemenin, ondan sorumlu olmayanlar için taşıdığı tehlikenin gelişini duyabiliriz. Geçmişe bakınca rahatlayan ruhumuz, geleceğe bakınca daralmaya başlıyor.
“En önemlisi,” diyor Bauman, “hayatlarımız üzerindeki kontrolümüzün git gide azaldığını hissediyoruz –kim olduğunu bilmediğimiz, bizim ihtiyaçlarımızı önemsemeyen, hatta belki düpedüz hasmane ve zalim oyuncularca oynanan bir satranç maçında ileri geri hareket ettirilen, onların hedefleri uğruna rahatça harcanabilecek piyonlara dönüşüyoruz.”
Acı sözler. Bauman günlük hayatını herhangi bir tehdit hissetmeden yaşayabildiği yerde öldü. Burada zalimlerin parlattığı bıçaklarla kesilerek yaşadığımız şu hayatın piyonları olmamak için son elli yılda neler verdik, gelecekte acıyla hatırlanacaktır. Kendimizi korumak için hekimlere gereksinimimiz yok, vitamini kendi kendimize şırınga etmenin yollarını arıyoruz ama şu da var: Dışımızdaki hayatın çöküntüsü belki bizden başkalarını da altına alacak, krizlerini çözemeyenleri, yönetemeyenleri.
Ülkeden uzaklaşma, düpedüz göç etme duygusunun nasıl yayıldığı görülüyor. Bugün bizi yok etmek isteyen ‘yaratıklar’ın artık kapımızda beklemekle yetinmeyip kapıyı çaldıklarını söylüyor Bauman –sokakta bizi bekliyorlar.
Bir zamanlar bütün zararlıları bir akarsu gibi akıp önümüze katacağımızı düşünüyor, rüyalarımızda denize açılan deltalar yarattığımızı görüyorduk. Oysa bugün koca ülkeyi kendi mahallelerine çevirenlerin ortasına düştük ama şehirleri şehir olmaktan çıkarıp mahalleye çevirmeye kalkışanlar da belki bunun olanaksızlığını görmeye başladılar. Hayatın yarısı niyetlerinin farkında ama onların bunu görmesi yetmez. Yalnızca siyasal direnişle çözülmesi olanaksız bir güce karşı koymanın yolu, kültürel devrimdir. Bauman’ın uzaktan gördüğü bu yol, burada da asıl seçenek gibi görünüyor. “Bunu yapabilmek için ihtiyacımız olan, sakin bir kafa, çelik gibi sinirler ve bolca cesaret; ve önemlisi, tam ve gerçekten uzun vadeli bir vizyona ve çokça sabra ihtiyacımız olacak.”