Güncelleme Tarihi:
1984 yılının aralık ayında, Merkezefendi Mezarlığı’nda, taş ustası Avdo’nun kulübesindeyiz. Yeri yurdu olmayan, öksüz büyüyen, çocukluğunu şehirden şehre sürüklenerek geçiren, her şehirde başka bir dile karışmış bir adam. Mezarlığın kıyısındaki derme çatma evde köpeği ile birlikte yaşıyor.
Avdo ile o gün defnedilen ölüye nasıl bir mezar taşı yapacağını düşündüğü sırada tanışıyoruz. İşi zor, zira ölünün tabutunun üstünde rengi sararmış bir tülbent ve yedi isim yazılı bir kâğıt var: Ali, Haydar, İsa, Musa, Muhammed, Yunus, Adem.
Yedi isimli adam, eski bir asker. 1938’de Dersim askeri harekâtı sırasında, Fırat Nehri’nin kıyısında belleğini yitirmiş bir halde bulunmuş, sonrasında çok yer dolaşmış, pek çok dine girmiş, pek çok ada bürünmüş. Ne dininin ne isminin anlamı kalmış. Bir de çanta bırakmış Avdo’ya, içinde bir günlük ile.
Aynı gece ‘diri’ ziyaretçileri de olacaktır Avdo’nun. Önce yaralı bir genç kız, Reyhan çalar kapısını, ardından Reyhan’ın peşindeki polisler. Ne var ki köpeğini kaybetmek pahasına da olsa Reyhan’ı ele vermez Avdo. Çünkü Reyhan, Avdo’nun hayatının sisleri arasından çıkıp gelen gölgelerden biridir.
İşte böyle başlıyor ‘Taş ve Gölge’nin hikâyesi. Sonra diğerleri birer birer sahne alıyor; Dersim harekâtına katılan Yüzbaşı Adem Giritli, nişanlısı Miskal Durusu, Avdo’ya el veren taş ustaları -Mardinli Joseph Usta, Urfalı Dikran Usta, Haymana Ovası Konak Görmez Köyü’nün güzel kızı Elif, köyün başçobanının oğlu Baki, köyün yeni ağası ve Elif’in nişanlısı Mikail, ünlü arabesk şarkıcısı Perihan Sultan, yeraltı âleminin krallarından Seyrani, geçmişin ruhunu taşıyan sarışın denizci, fabrikatör Vahit Koçsanlı, Merkez Efendi Camisi imamı Muhittin, Reyhan’ın izini şüren polis şefi Kobra, Reyhan’ın yakın arkadaşı Süreyya, Avdo’nun torunu Baki, Miskal’in torunu Miskal ve iki sadık köpek Havari ile Toteve...
BÜYÜLÜ GERÇEKLİĞİN ÖZGÜN BİR YORUMU
Onların hikâyeleriyle birlikte Anadolu’nun dışına -Kudüs’e, Kahire’ye, Roma’ya- taşan uzun bir yolculuğa çıkıyoruz. Zaman ise 20’nci yüzyılı merkez almakla birlikte kişilerin göndermeleriyle çok daha uzak tarihlere yayılıyor. Kaderler kesişiyor. Düz bir akış izlemiyor hikâyeler; insan bilincinde dün, bugün ve yarının eşzamanlılığını sergileyecek şekilde, zamanlar birbirine karışıyor. Tıpkı sona gelindiğinde Avdo’nun zihninden yansıyanlar gibi:
“Karanlık derinleşti, uğultular yavaş yavaş çoğaldı. Geniş kanatlı bir rüzgâr esti, servi dalları hışırdadı. Ne yanda olduğu bilinmeyen bir baykuş öttü. Pınar suyunun aktığı taraftan yine ayak sesleri işitildi. Kim kimi izliyordu? Çocukluğu mu Avdo’nun yoksa Avdo mu bir ömürdür çocukluğunun peşinden gidiyordu?”
Farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda, merkezinde farklı insanların yer aldığı hikâyelerle kurgulanmış ‘Taş ve Gölge’. Ve her bölümde eşmerkezli çemberler çizerek merkezi temaları yineliyor. Sönmez, karakterlerini ve onlarla birlikte okuyucuları oradan oraya sürüklemekte, bir konumdan diğerine atlamakta ama her seferinde ana hikâyeye bağlanmakta hiç sıkıntı çekmemiş. Kişisel dramların sergilendiği hikâyeler insanın baş etmekte zorlandığı yakıcı meseleler üzerinden her seferinde merkeze yöneliyor. ‘Taş ve Gölge’ çok yönlü ve çok katmanlı bir roman.
Burhan Sönmez, artık iyice ustalaştığı bu anlatım tarzında dengbej geleneği ile yazılı kültürü bir araya getirmiş. Kimi zaman geçmiş zamanların kokusunu yayan bir masal havası esiyor, kimi zaman modern zamanların acı gerçekleri çıkıyor su yüzüne. Ama hangi tarza yönelirse yönelsin tadını, tınısını, ritmini yitirmeyen bir dili var. Göndermeler, benzetmeler, imgeler yoluyla anlatmak istediğini kuşatan, onca acının içinde insanlığı, dostluğu ve güzelliği yakalayan böyle bir dille Sönmez, büyülü gerçekçiliğin özgün ve çok başarılı bir yorumunu ortaya koyuyor.