Güncelleme Tarihi:
"Hikâye yazmak hayli güç bir iştir. Güçlüğü nispetinde nankördür. Şiir insanda yarattığı lirik heyecanın derecesi kadar uzun ömürlü olur, fakat epik eserin hayatı, yarattığı insanların hakiki bilgisine, canlılığına tabidir. Hikâyede ise insan yaratmak pek zor, bazen imkânsızdır. Hikâyenin merkezi sıkleti vak’a olduğuna ve vakalar pek çabuk aktüel olmaktan çıkacağına göre hikâyelerin uzun ömürlüleri parmakla gösterilecek kadar azdır. Garba baksanız orada bile ayakta durabilenler Bocaccio, Poe ve biraz da Çehov’dur.” (*)
Bir konuşmasında bu cümleleri kullanan Sabahattin Ali, o zamanlar bunu öngörür müydü bilinmez, şüphesiz ki bugün bu coğrafyada en uzun ömürlü hikâyelere imza atmış yazarlardan biri.
Her daim çok okunan, hatta romanları kütüphaneden en çok ödünç alınan ve -son telif durumu sonrasında da gördük ki- yayınevlerinin, hatta 'marketlerin bile' kitabını en çok yayınlamak istediği yazarlardan... Bu kriterler, hikâye anlatıcılığının uzun ömürlü oluşunun kanıtı mıdır; bir ölçüde muhakkak.
Her daim onu okumak istiyor, yazınındaki 'canlılıktan' etkilenip şarkılardan tiyatro oyunlarına farklı türlerde de o yazını kullanma ihtiyacı hissediyoruz.
Cezasız kalmış cinayetinin ardından yıllar geçmesine rağmen hâlâ onu merak etmemiz, öykülerini tekrar tekrar masaya yatırmamız, yazınının gerçek hayatıyla bağlantılarını çözmeye çalışmamız, hakkında makaleler, kitaplar yazmamız, onun, bugün de eserleriyle yaşıyor oluşundan.
Peki nedir bizi böyle etkileyen?
Beni, karakterlerin gerçekliği ve onların bende yarattığı 'duygu'...
Ne zaman bir Sabahattin Ali öyküsü okusam yalınlıkla donakalıyorum.
Delice sarıp sarmalayan betimlemelerden, süslü imgelerden, cümle oyunlarından, uzun cümlelerden uzak bir yalınlık var onun yazınında.
Boş bir kâğıdı eline alıp da beş çizgi ile bir figür ortaya koyan bir ressam gibi ustalıkla şekillendiriyor karakterlerini. Birkaç yalın cümleyle çiziyor kafamda kişileri Sabahattin Ali. Hiç duraklamıyorum okurken; akıyor. Ama her daim bir duygu kalıyor.
O köyü, o mahkûmu, o kadını, o adamı, o ağayı, o doktoru sevip sevmediğimi biliyorum ben. Çoğu zaman bu insanları tanıyorum. Sıfatları farklı ama hepsine aşinayım.
En köylüyüsünden en şehirlisine, Almanından mürtecisine anlattığı herkesi tanıyorum ben.
İsimleri, mekânları, zamanları farklı ama onlar bugün çevremizdekilerle aynı.
Sabahattin Ali, 'Bu dünya böyledir işte!' diyorsa, onun bugünün dünyasını da anlatıyor olduğunu biliyorum.
KATİL OSMAN DA VAR, İKİ KADIN DA...
Sabahattin Ali, kırsal kesim insanının çaresizliğini, içine düştüğü traji-komik durumu, yalnızlığı, ironik ve yalın bir dille anlattığı dört hikâyesiyle bir kez daha İş Sanat’ta seyirciyle buluşuyor. Ücretsiz etkinlik 8 Nisan 20.30’da.
Dinletinin adı çok şey anlatıyor: 'Bu Dünya Böyledir İşte!'
Yazarın dünyası yıllar sonra bugün de varlığını koruyor.
Dinletide, Ali’nin 'Katil Osman', 'Ayran', 'Kafa Kâğıdı' ve 'İki Kadın' adlı hikâyeleri, Serdar Yalçın’ın besteleri eşliğinde ve eski bir radyo kayıt stüdyosunun canlandırıldığı sahne düzeninde müzikle birlikte seslendiriliyor.
Atilla Birkiye’nin metinlerini düzenlediği, Mehmet Birkiye’nin sahneye uyguladığı dinletinin müzik direktörü de Serdar Yalçın.
Tilbe Saran, Metin Belgin, Bülent Emin Yarar ve Hakan Gerçek’in hikâyeleri seslendireceği dinletide Seda Şubaşı keman ve Şemsa İdil Ural çello çalıyor.
CEZAEVLERİNDEN HASTANELERE...
Zamanında siyasi görüşü, karakteri, eserleri, hatta yaşam tarzı çok tartışılmış, yargılanmış bir yazar, Sabahattin Ali.
Köy romanı da yazmış (Kuyucaklı Yusuf), kenti de kurcalamış (İçimizdeki Şeytan), yurtdışında aşkı da kovalamış (Kürk Mantolu Madonna). Öykülerinde ise aydın kesimden yöneticilere, aşktan yabancılaşmaya, köy ve köylülerin hayatından hastane yaşamına, cezaevl insanlarına değiniyor...
İş Sanat'taki dinletinin başrolündeki öyküler köyde ya da cezaevinde geçiyor gibi görünebilir ama baya baya yersiz ve zamansızlar. Hacer ve Esma'yı da tanıyoruz Katil Osman'ı da...
Bir de, bugün de aynı... "Bu dünya böyledir işte, kimi adam öldürdüğü için katil diye anılır, kimi adı katile çıktı diye adam öldürür."
* Varlık Dergisi'nin 1938 Ekim