Güncelleme Tarihi:
Jean-Christophe Grangé, hiç kuşkusuz son yıllara damgasını vurmuş bir polisiye yazarı ama bunun ötesinde seçtiği konularla sosyal yaralara da parmak basmasını biliyor. İlk kitaplarından bu yana gizemini çözmek için yola çıktığı cinayetleri, hep önemli bir tema üzerine oturtup pek çok eleştiri okunu da satır aralarından fırlatmış bir yazar. Afrika’da dolaşırken Fransa’nın sömürgecilik geleneğine cesurca neşter vuran yazar, geçen yıl çıkan ‘Son Av’da ari ırk/saf kan arayışı üzerinden Avrupa aristokrasisinin korkunç yüzünü okura göstermişti. Son romanı ‘Küllerin Günü’nde bu kez radarlarında Tebliğciler adı verilen kapalı bir tarikat var; kitabının kalbine inanç kavramını yerleştiriyor ve ari ırk/saf kan arayışı üzerinde tartışmaya devam ediyor. Aslında ‘Kızıl Nehirler’de de kullandığı bir tema bu yazarın...
Diğer kitaplarına göre sayfaca az olsa da heyecan açısından hiçbir eksiği olmayan ‘Küllerin Günü’, bir kilisede işlenen cinayetle başlıyor. Komiser Niémans, jandarmanın bir türlü cinayet mi kaza mı olduğuna karar veremediği bu cinayeti çözmek için Alsace’a gidiyor. Onu hiç yanıltmayan içgüdüleri herhangi bir delile ihtiyaç duymaksızın olayın cinayet olduğunu söylediği için planını önceden yapıyor ve ortağı İvana Bogdovic gizlice Tebliğcilerin içine sızıyor.
Niémans ile İvana’nın karşısında bu kez onlara yardıma hiç hevesli olmayan bir tarikat, beceriksiz yerel jandarma ve olayı bir an önce kapatmalarını isteyen imaj düşkünü bir savcı var. Tebliğciler yüzyıllardır o bölgede yaşayor ve yaptıkları şaraplarla Alsace’ın hem itibarına hem de ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar. Parayla pulla, dünyevi hiçbir nimetle hele hele kavgayla hiç işleri yok. Tek dertleri rahatsız edilmeden, huzur içinde yaşamak ve masumiyetlerini korumak. Ama kitabın yazarı Grangé olunca sizin de tahmin edebileceğiniz gibi hiçbir şey göründüğü gibi olmuyor.
Öldürülen kişi tarikatın önemli isimlerinden biri; Samuel. Tarikatta lider geleneği yok, bu nedenle lider değil vaizci olarak adlandırılıyor. Çocuk doktorundan bozma beceriksiz adli tabibin sonra değiştirdiği raporla Samuel’in bir cinayete kurban gittiği ve ağzında bir taş parçasıyla bulunduğu ortaya çıkıyor. Her ne kadar tarikat restorasyon çalışmaları yapılan kiliseye konan iskeleyi yıkıp olaya kaza süsü vermek istese de gerçekler Niémans’dan kaçmıyor. İvana ise bağbozumu için alınan geçici işçilerden biri olarak giriyor tarikatın arazisine. Tebliğcilere çok fazla yaklaşamasa da rutinlerini öğreniyor yavaş yavaş. Şansı yaver gidiyor ve Rachel adlı bir tarikat mensubuyla yakınlaşıyor. Ve o sayede de gerçeği ilk İvana öğreniyor. Elbette gerçeğe ulaşması kolay olmuyor.
Peki gerçek ne? Kitapla ilgili spoiler vermek istemesem de bazı konuların altını çizmem gerekiyor... Tüm soruşturma boyunca Tebliğciler bağbozumunun zamanında tamamlanması için her koldan Niémans’a baskı yapıyorlar. Çünkü o gün ‘Küllerin Günü’... Bağbozumunun sonunda kullanılmış ıskartaları, çürümüşleri, bozulmuşları, eskimişleri, kullanılmışları yakıyorlar. O güne kadar olan eksik ve kötü gördüklerini kocaman ateşlere atıp hayata yeniden başlıyorlar.
Peki yaktıkları sadece eşyalar, bağbozumundan kalan ıskartalar mı? Elbette hayır. Çünkü bu tarikat göründüğü kadar masum değil. Hepsi birbirine benziyor. Fizyolojik benzerlikleri özellikle ilgi çekiyor. Masumiyetin gizlemeye çalıştığı farklı bir yüzleri var. Niémans hızla olayları çözmeye çalıştıkça karşılaştığı sürprizlerle soruşturması sekteye uğruyor. Alsace’taki herkes Tebliğcilerden yana çünkü. Herkes onların masumiyetine inanıyor ve Niémans’ın onları rahat bırakmasını istiyor. Ama cinayetler durmuyor.
Grangé, bu kitapla birlikte inanç kavramını sorguluyor. İnançla ari ırk arasındaki bağı aralıyor. İnancın nasıl manipüle edilebilir bir olgu olduğunu ve manipülasyonun amacının asla dışarıya gösterilen maskedeki gibi masum olmadığını anlatıyor. Daha da acısı tarikata mensup pek çok insanın kurban olduğu gerçeği. Ve bu kurbanlığa bir son vermek isteyenler...
Grangé’nin ters köşe kitaplarından biri ‘Küllerin Günü’; iyilerle kötülerin bir anda yer değiştirdiği, resmin nereden baktığınıza göre değiştiği bir kitap. Başta da dediğim gibi yazarın alışıldık kitaplarına göre oldukça ince ama temposu, entrikası, sürprizi diğerleri kadar sürükleyici.
Grangé: Doğanın ilkelerini kullandım
“Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum, çok çalışıyorum, kendimi sürekli geliştiriyorum ve izleyicilerim beni takip ediyor. Bana gösterilen ilgiyi her zaman yaptıklarımın dönüşü olarak görüyorum, çünkü her zaman yeni fikirler bulmaya çalışıyorum. Beni rahatsız eden, umarsız insanların başarısını görmek. İnsanlar hikâyelerimle ilgilenmeye devam ediyor, çünkü şaşırtıcı olmaya çalışıyorum. Tarikatlar her zaman ilgimi çekmişti. Çünkü kendi içlerinde katı kuralları var. Onların kiliseyle, Tanrı inancıyla ilişkileri her zaman ilginç geldi bana. Bu kitapta da bu konuları irdelemek istedim. Ve bu kitabın doğayla uyumlu olması çok önemliydi, bu nedenle doğanın ilkelerini kitabın kalbine yerleştirmek istedim.” Jean-Christophe Grangé
Tebliğciler kimdir?
Tebliğciler, 16. yüzyılda, İsviçre ve Almanya’da zulme uğrayıp Alsace’a sığınan Anabaptistlerin bir kolu. Aralarında Mennonitler, Hutteritler, Amişlerin bulunduğu bu farklı gruplardan sadece Tebliğciler Alsace’ta. Tanrı’nın onlara kutsal bir armağan, eşi benzeri olmayan bir şarabın üretildiği bu toprağı bahşettiğini düşünüyorlardı. Gerçekse şuydu: Onların inancına yakınlık duyan bir yerel derebeyi 300 hektardan daha fazla olan bu parselleri 17. yüzyılda resmen Tebliğcilere vermişti. O yüzyıldan bu yana da yerlerinden kıpırdamadılar. Hiç kimseye hiçbir konuda açıklama yapmayan ve metronomik bir uyumla ‘gewurztraminer’ şaraplarını üreten siyah-beyaz bir tarikat olarak hayatlarına devam ettiler...