Güncelleme Tarihi:
Neden ‘Bavula Sığmayan’ koydun öykü kitabının ismini? Kendini bir romancı olarak tanımladığından, yazın çizginin dışında mı görüyorsun öyküyü?
Kitap, içindeki öykülerden birinden alıyor adını. O öyküde bavula sığmayan öyküler değil, bizzat benim. Ama evet, ismin bir diğer nedeni de esas evimin roman olduğunu hissetmem. Öykü hep yazdım, yazıyorum, yazacağım da... Ama yazdığım her şeyin yayımlanmasının lüzumuna inanan biri değilim. Aksine çok yazmak ve onların sadece küçük bir kısmını yayımlamak arzusundayım. Bavullar kendi kendine dolsun, kime ne zararı var. Sırf doldular diye ortaya saçmaya gerek yok. Ama bazen bir sebepten bir şeyler o bavuldan taşıyor işte. Taşıyor ve yan yana gelip yeni bir şey söylemeye çalışıyor. O zaman o sese kulak vermek istiyorum.
Bu kitaptaki öykülerin kimini daha önce dergilerden biliyoruz. Tek tek sevilmişlerdi. Merakım şu: Bu öyküleri aynı çatı altına almaya seni iten nedir?
Kitabın ‘Kronos Aylakları’ adını taşıyan son bölümü daha evvel dergilerde yayımlanmış kısa öykülerden oluşuyor. Elimde 100’ü aşkın öykü vardı böyle, dediğin gibi bir kısmı yayımlandıkları dönemde sevilmişlerdi de. Ama ben bu kitaba o en sevilenleri almadım. Belki en gölgede kalanları bile almış olabilirim. Zira asıl amaç bir tür sevilenler seçkisi yapmak ya da elde birikmiş öyküleri basmak değildi. Öyle olsa çok daha önce yapar, birkaç öykü kitabı çıkarırdım bugüne dek. Ama dedim ya, ben yazdığım her şeyi kitaplaştırmak telaşında değilim. Bir metnin kitap olup olmayacağı, yazmakla ilgili derdi olan birinin son düşüneceği şeydir bence. Fakat işte bazı metinlerin zamanı gelir. Gelebilir yani. Bu kitap için öyle oldu. Çekmecedeki o öykülerin bir kısmı bir noktada el ele tutuştular, kendilerinden büyük bir hikâyenin parçaları oldular. Bu da yetmedi, başka yeni öyküler de çağırdılar yanlarına. Beni masaya çağırdılar, eksik parçalarını yazdırdılar. Hatta hızlarını alamayıp bir de yeni novella yazdırdılar. Bir kitabın içine dizilmeyi onlar, hem de bana rağmen onlar seçti desem hiç yalan olmaz.
Aynı çatı altındaki bu öyküler arasında nasıl bir duygu birliği var peki?
Birkaç bakımdan bir araya geliyor öyküler. Bir kere benim ‘Ev’ ile bitirdiğim yedi romanlık evrenin kıyısında duruyorlar. O dünya ile yeni romanla birlikte başlayacak yeni dünyanın arasında hem sınır çizgisi hem de köprü gibiler. Bir sayfayı kapatırken yeni bir sayfayı açan heyecanlı bir köprüden bahsediyorum. Velhasıl ister istemez bugüne dek yazarken dert edindiğim konular etrafında dolanıyorlar. Ama bunu bir aile albümünü çevirir gibi, belli bir değişimi de mimleyerek yapıyorlar. Birbirlerine tutunurken değişiyorlar, dönüşüyorlar, eksik parçalarını arıyor ve en nihayet birbirlerine sarılarak çemberi tamamlıyorlar.
Öykü ve roman yazma disiplinlerinin nasıl farklılıkları var? Nasıl ilerliyor sende süreç?
Öykünün şiire yakın, sürprizli, meşakkatli bir tür olduğunu düşünüyorum. Yaygın ve yanlış kanaatin aksine romana giden yolda bir basamak filan da değil elbette. Velhasıl yazım süreci itibariyle öykü romandan daha kolay değil. O yüzden öyküden romana uzanmadım, romanla başlayıp bir noktada öyküye uğradım ben. Ama tüm bunlara rağmen kesinlikle benim türümün roman olduğunu söylemeliyim. Çünkü uzun münasebetleri, romanın içine girdikten sonra onu bir kabuk gibi kendi üstüme örmeyi ve orada kaybolmayı, daha doğrusu kaybolarak yolumu bulmayı seviyorum. Öyküde odaklanır ve derinleşirsiniz. Romanda ise bunu yaparken bir yandan da bir örümcek gibi dört bir yana ağlar örersiniz. Kendi labirentinizi yaratırsınız. Ben işte o labirente aidim.
İlk öykü kitabından bahsediyoruz ‘Bavula Sığmayan’ özelinde ama burada da öykü öykü dallanan bir novellanın içine sokuyorsun bizi ‘Aile Yalanları’ bölümünde. Bu bağlamda neyi nasıl yazacağına ele aldığın mesele mi, yazının kendisi mi karar veriyor yoksa sen mi karar veriyorsun?
Romanda ben karar veririm. Ama sanırım bu kitapta en son karar verici bendim. Dediğim gibi ‘Aile Yalanları’nı diğer öyküler çağırdı. Kitap yayına hazırlanırken, toplam hikâyede bir noksanı gidermek ister gibi, novellanın ilk kısmı olan ‘Babam Beni Aldatıyor’ öyküsünü yazmaya başladım. Öykü bitince ‘Verilmiş Sadaka’ adlı ikinci perspektifi yazma isteği yükseldi içimden. Onu dinledin, bunu da dinle diyen bir iç ses belirdi içimde... Tamamen romancı refleksi. Eh, onu yazınca da üçüncü perspektif ‘Çıt’, olmazsa olmaz oldu artık. Kısa öykü diye oturduğum masadan novella ile kalktım. Roman yazmayı özlemişim sanırım!
Tabii bu novella başlı başına bir kitap da olabilirdi. Ama diyorum ya, burada asıl mesele eseri kitaplaştırmak, kitap üstüne kitap basmak filan değildi. Bu öyküler yan yana başka bir hikâye anlatıyordu. Birbirlerini çağırdılar. El ele tutuştular. Ben de ayırmadım onları. Hiçbirinin önündeki, yanındaki tesadüf değil. Böyle, bu şekilde ve bu sırayla kendilerinden daha başka bir anlamları var.
Çok çeşitli dertlerin peşine gidiyorsun öykülerinde. Seni tetikleyen ne oluyor genelde? Yazı için harekete geçiren refleksi merak ediyorum...
Beni daima dert tetikler. Hayatta anlayamadığım, üstüne kafa yorduğum, içinden çıkamadığım mevzuları yazarak anlamaya çalışırım. Yani yazarken eğilimim çok bildiğimden anlatmak değil, aksine hiç bilmediğimden anlamaya çalışmaktır. Bu öyküler de hayata sorularım. Tek bir cevaba, tek bir doğruya, tek bir bakış açısına ikna olmadığım için de çeşitli perspektifleri var.
Düğünde cenazeyi, ağlarken gülmeyi arayan bir üslubun var; öykülerin için de geçerli bu. Yaşamı mı böyle alımlıyorsun, yazıyı mı?
İkisini birbirinden pek ayıramıyorum. Mutsuzluğa inanırım ama umutsuzluğa inanmak işime gelmez. O yüzden en karanlık hikâyede bile bir tebessüm aralığı açar, o aralıktan dışarı bakıp biraz umut ışığı bulmaya çalışırım. Kimi hassas hikâyeleri kanırtmayı ahlaki olarak sorunlu buluyorum. Hem de kolaya kaçmak olduğunu düşünüyorum. Cenazede düğün arayışım biraz da bundan. Ama cenazenin manasını unutmayan, onu saygı göstermeyi elden bırakmayan bir düğün alayı bu. Hani sanki eğlenmeye değil de, yas tutarken delirmeye benziyor biraz.
BAVULA SIĞMAYAN
Nermin Yıldırım
Hep Kitap, 2022
232 sayfa.