Güncelleme Tarihi:
Sophie Mackintosh ‘Mavi Bilet’te hepimizin fazlasıyla aşina olduğu bir hakikati dile getiriyor. Bu hakikate öylesine aşinayız ki, artık onu fark etmiyoruz bile. Öyle bir şey yokmuş gibi geçiyor günlerimiz.
Limonlu haşhaşlı kekler pişirip kitaplar okuyoruz, saksıların toprağını değiştiriyoruz, zamları tartışıyor, bazı şeylere alışıyor, birisini özlüyor, sonra unutuyor, uyuyor ve uyanıyoruz.
Biz, türümüz, üremenin ve üremenin kadın bedenindeki tezahürlerinin doğal döngüsünü çoktan yitirdik.
Oysa dünya üzerindeki kadınların bizim gibi olmadığı zamanlar vardı.
Bedenlerini dinleyebildikleri, ayın döngüleriyle hareket ettikleri, âdet olduklarında bunu saklayıp gizlemeleri gereken bir utanç kaynağı değil, sadece dinlenmeleri gereken bir zaman dilimi olduğunu bildikleri zamanlar...
Hükümet istedi diye üç çocuk değil canları istediği için beş evlat doğurdukları zamanlar.
Kürtaj olamadıkları için mecburen doğurmak zorunda kalmadıkları, kendi bedenlerinde olana kendileri karar verebildikleri zamanlar.
Doğurmak istiyorlarsa doğurdukları, doğurmak istemiyorlarsa doğurmadıkları zamanlar.
Kız kardeşliğin sevecen sıcaklığıyla, ebelerle, doulalarla, çocuğa anne şefkatiyle bakım veren anneanne, babaanne, teyze, hala ve diğer yakınlarla çevrelendikleri zamanlar.
“Doğum yaparsam işe ara vermek zorunda kalırım, kariyerim biter” diye düşünmek zorunda olmadıkları zamanlar.
Kendi bedenimize yabancılaşmadığımız, doğurganlığımızla aramıza devletleri, hükümetleri, parayı, patronları, başkalarını almadığımız zamanlar...
Sophie Mackintosh, ‘Mavi Bilet’te aslında bugün yaşadıklarımızın çok daha katmerlenmiş halinin distopyasını anlatıyor.
Bu distopyada kadınlar âdet oldukları gün devlet tarafından verilen bir bileti almak zorunda. Beyaz bileti alanlar anne olmaya ‘hak kazanırken’, mavi bileti seçen kadınlar çocuk doğuramıyor, onun yerine kariyer sahibi oluyor.
Bu bileti doktorlardan oluşan bir kurul veriyor. Genç kadınlar muayene ediliyor ve bir ömür boyu ne yapacaklarına, nasıl yaşayacaklarına, anne olup olamayacaklarına birkaç dakika içinde karar veriliyor.
Roman kahramanımız Calla, mavi bileti seçtiği için çocuk sahibi olamayacağını düşünürken bir gün içinde bir yerde anne olmak istediğini fark ediyor ve zor ama bir o kadar haklı mücadelesi başlıyor.
Mackintosh, gerçek hayatta anne olmak istediğini fark ettiğinde yazmış bu romanı. Ataerkil devlet, medya, sanat, edebiyat ve finans dünyasındaki türlü çıkar çatışmasının ortasında bereler içinde kalmış kadın bedenine iadei itibar etmek istemiş.
Öyle duru ifadeler, basit cümlelerle anlatmış ki aklındakileri, ilk kitabı ‘Su Kürü’nü sevenlerin ve benzer bir konuyu işlediğini düşündüğüm Margaret Atwood’un ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ romanını beğenenlerin ‘Mavi Bilet’i çok seveceğine eminim.
Calla’nın bebeğini doğurmak ve yaşatmak için verdiği mücadeleyi olurken, özgür irade, toplumsal beklentiler ve tek başına annelik yapmak gibi kavramlar üzerine derin düşüncelere dalmanız olası. Ormanın içinde bebeğiyle yaşayan Calla’nın diğer kadınlara umut veren hikâyesi, kadın bedeni üzerinde kurulan eril tahakküme alışırsak gelecekte bizi çok daha zor zamanların beklediğinin garantisi.
O yüzden, bedenimizle, cinsel yaşamımızla, doğurganlığımızla ilgili dışarıdan gelecek hiçbir dayatmayı kabul etmeyelim. Cebimizde ne mavi, ne beyaz, birileri tarafından uygun görülmüş hiçbir bilet taşımadığımızdan emin, bu dünyanın kaçak yolcuları olalım kız kardeşlerim!