Güncelleme Tarihi:
Atilla Birkiye’nin yeni yapıtı ‘Melankolik Fırtına’yı (Siyah Kitap) okurken hep İlhan İrem’in o hiç unutamadığım şarkısı ‘Ben Değilim’ yankılandı. 1980’lerden beri ‘Ben Değilim’ içimi sızlatır. Fotoğraflara duyduğum uzaklık, mektuplardan korkum sanki hep ‘Ben Değilim’le çözümlenmiştir. Birkiye de ‘Melankolik Fırtına’yla aynı acıyı yaşattı.
‘Melankolik Fırtına’ bir anlatı. Birkiye, besbelli, roman diye ya da uzun öykü diye nitelemekten özellikle kaçınmış. “Bu bahçelere bakınca, gözlerimin önüne...” Gözlerimizin önünden çocukluğumuz, ilkgençliğimiz, bahar selini andırır ilk aşklar, ilk sevinçler ve hayal kırıklıkları art arda saniyeden hızlı geçiyor. Fonda İstanbul.
Ama aynı hızla geçip gidecek yıllarda söz konusu. Anlatıcı, bir bakıyorsunuz, altmışına merdiven dayamış: “O kapı ardına kadar açılıyordu da, ben de altmış yaşımın kapısını açıyordum...” Geçmişin yaşanmışlıkları, şimdi, kederleri ve sevinçleriyle, adeta duruk birer görüntü olup çıkmıştır. Sürgit anımsayış, bir yandan da tümünü geri getirmek, yeniden yaşamak isteği.
Trenle geçip giderken seyrettiklerimiz diyebilir miyim, kestiremiyorum. Ne var ki öyle bir izlenim uyandı; Birkiye’nin anlatıcısı zamanda zikzaklar çizerken, çoktan sona ermişin ardına düşmüşken, okuru kendi serüveniyle baş başa bırakıyor. Şöyle: Anlatıcının dile getirdiklerine kişisel anılarınız karışıyor; başkasının yaşadıkları ile sizin yaşamış olduklarınız iç içe, boyuna girdap!
Yitirmek üzerine mi kurulu? Evet, çoğu kez. “Sonrasında da doğrusu takılıp kalmıştım; hepimizin zamana gereksinimi yok mu, belki de olgunlaşmasını bekliyordu, öyle düşünüyordum yalnız adımlarımla.” Oysa ‘Melankolik Fırtına’nın bütün epizotları kıpkısa anlarla donanmış. Kıpkısa anlar, gel gelelim içte bıraktıkları sızı epey uzun sürüyor.
Ne kalacak geriye; ne kalmıştır? ‘Uzaktaki’ söylüyor: “Çok uzun zaman olmuş konuşmayalı, hele görmeyeli, daha da fazla; telefonda sesi eskisi gibi, ilkin biraz sitem ediyorum, sen de aramıyorsun diyor ama o an arayan benim, o ise hiç aramamış.” Bilmez değilim: Hiç aramayanlardır unutamadıklarımız, saplanıp kaldıklarımız...
AHMET VEFİK PAŞA'YI ANMAK...
2 Nisan 1891 Ahmet Vefik Paşa’nın ölüm tarihi. Bugün bütün bütün unutulmuş Ahmet Vefik Paşa, Tanzimat dönemi yazarlarından. Necatigil’in saptamasıyla ‘dil, tarih ve folklar’da ‘çığır’ açmış. Fakat asıl emeği tiyatro alanında; bir bakıma, çağdaş tiyatromuzun kurucularından biri.
Moliere’in güldürülerinden başarılı çeviriler ve uyarlamalar... Bursa’da vali olarak bulunduğu dönemde, modern tiyatronun oluşmasında doğrudan doğruya çalışmış. İlkgençliğimde, o yitip gitmiş Kanaat Kitabevi’nin yayınlarından bir Vefik Paşa külliyatı edinmiştim, iki cilt. Türkçesinden çok şey öğrenmişimdir. Paşa, akrabası genç Abdülhak Hâmid’e de Türkçenin güzelliklerini aşılamaya çalışmıştır.
Ahmet Vefik Paşa bugün ne yazık ki edebiyat tarihleri dışında anılmıyor. Oysa tiyatromuza yepyeni ufuklar açmış Haldun Taner ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’nı (1971) onun için, onun emeğinden esinlenerek yazmıştır. ( Ben yaştakiler, Tomas Fasülyeciyan rolünde Münir Özkul’un görkemli oyunculuğunu nasıl unutabilirler?! Hele son sahnede!)
Haldun Taner, Ahmet Vefik Paşa’nın dilde, kişilerde, konuda yerli hayatımızı arayışını, gerçek özgün Türk tiyatrosunun ancak bu yolda var olabileceğini üç perdede -üç evrede- sahneye taşımıştır. ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ bugün de bir başyapıt olma özelliğini elbette koruyor. Hem Moliere’in ‘George Dandin’ güldürüsü, hem Vefik Paşa’nın ‘Yorgaki Dandini’ uyarlaması, hem Haldun Bey’in gelenekle kaynaşmış önerisi...
‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ (yeni basımı Yapı Kredi Yayınları) yalnızca izlenecek bir oyun değildir; Türkçenin çağdaş yolculuğunu alımlamak açısından bu oyunu mutlaka okumak, özümsemek gerekir.