Güncelleme Tarihi:
Hepi topu 81 sayfa ama, ‘Klein ve Wagner’i (Yapı Kredi Yayınları) günler sonra, ancak bitirebildim. Araya başka kitaplar girdiği için mi? Sanmıyorum; hem Hermann Hesse’nin anlatısı hem Kâmuran Şipal’in handiyse şiirden beslenmiş çevirisi, ille damıtıla damıtıla okunmalıydı, iyice özümseyerek, “böylesine yalnızlık içinde”...
Hesse’yle tanışmam ‘Siddharta’yla başladı, ilkgençliğimde. Bizde çok ünlenmiş bu eserden, itiraf edeyim pek tat almamıştım. Git git puslanan anılar arasında, Refik Algan’ın salık verdiği ‘Narziss ve Goldmund’ var, o yıllarda dilimize çevrilmemiş. Enis Batur da sık sık ‘Boncuk Oyunu’nu söylüyor. Her ikisini de yıllar sonra okuyabileceğim.
Arada ‘Bozkırkurdu’ ve ‘Gertrud’ var, ikisine de hayran olacağım. ‘Gertrud’u rahmetli Ayşa Şasa’yla ne çok konuşmuştuk, uyarlama bir senaryoya da dönüştürmeye çalışmıştık, 1970’lerin ikinci yarısında, Cüneyt Arkın için. ‘Bozkırkurdu’ysa iç dünyamın yansıması gibiydi...
‘Klingsor’un Son Yazı’nı da unutmuyorum. Bu uzunöykü yaşlanışla, her şeyden uzaklaşmayla eşanlamlı benim için, bugün de. Fakat ‘Klein ve Wagner’ bugünüme galiba ‘en yakın’ geldi: “Gençlik döneminden beri duygularına hiç böylesine dolaysız, böylesine yalnızlık içinde bırakmamıştı kendisini. Hiç daha böylesine yabancı bir ülkede, yazgının o amansız güneşinin dikey ışınları altında böylesine çıplak.”
Kim bu Klein, Hermann Hesse’nin kendi mi? Kim bu Wagner, hem müzisyen hem katil... Losey’in unutamadığım bir filmi vardır: ‘Mr.Klein’; Alain Delon’la Jeanne Moreau’nun sahneleri gözümün önünde: Klein’ın kim olduğu saptanıyor ve herkesin, hepimizin Klein olduğu. (Losey, Hesse’nin anlatısını okumuş muydu?)
“Ne iyi oldu da güneye geldim”... Hotel Kontinental’ın bahçesini beğenen Klein böyle düşünür. Ama güneye gelmek neyi değiştirecektir? “Yaşamını kolaylaştırıyordu güney.” Acaba? Hangimizin güneye gitmek düşbozumu yoktur ki! “Unutmak ve kendini kaybetmek için duyduğu şiddetli arzuyla”... Duyduğumuz şiddetli arzuyla...
Hesse bence ‘ikinci ben’ avcısıdır, bizde için için saltanat kurmuş bozkırlar kurdunu ikide bir de gözler önüne sürer. Bu kez tersten yol alınıyor: Başarılı Klein başa, geriye dönmek istiyor, ikinci ben olarak yaşadığı hayatından bütün bütün kurtulmaya. Mümkün mü?
Şunu eklemek isterim: Sessiz usta Kâmuran Şipal’e borçlarımız ödenecek gibi değil!
ATİLLA DORSAY'DAN 50 UNUTULMAZ FİLM
‘50 Unutulmaz Film’in (Remzi Kitabevi) bir altbaşlığı var: ‘Sinemanın Hazineleri’. Arka kapakta ‘biraz unutulmuş filmler’ deniyor ama, benim için çoğu hâlâ yaşıyor, hatta sahne-sahne gözümün önünde.Hangisini sayayım; ‘Mamma Roma’yı mı (evet, gözümün önünde Anna Magnani, Sinematek’teyim, hele son sahne!), ‘Yedi Kardeşe Yedi Gelin’i mi (Beyoğlu Yeni Melik Sineması, balkondan seyrediyoruz!), ‘Yılanların Öcü’nü mü (Metin Erksan’dan izlediğim ilk film!)? Atillâ Dorsay ‘Sunuş’ta “Sanırım şunu yazmam kendini beğenmişlik sayılmaz” diyor, ekliyor: “Her filme büyük bir dikkat ve özenle yaklaştım. İzlerken sayısız not aldım. Önemli film kılavuzlarında üzerlerine tüm yazılanları okudum ve kimilerinden örnekler verdim.” Sinema sanatının yüzüncü yılında Atillâ Dorsay üç kitap yayımlamıştı: 100 yönetmen, 100 film, 150 oyuncu. Bu eserlerin tadı damağımda kalmıştır. Her biri başucu kitaplarım arasında. ‘50 Unutulmaz Film’ bir bakıma onların devamı.Dorsay’ın sinema sanatı üzerine yazdıkları edebiyat kökenli bence; gizli bir edebiyat yazarı. Filmleri, kişileri -hele starları- öylesine yaşatır ki, yaşantı değeri yüksek roman sanırsınız. Onun kaleme getirdiği bir Ava Gadner vardır, sanki siz de tanımış, tanışmışsınız... Bu yeni eserinde de öyle bir film var: ‘Örümcek Ağı’; Dorsay’ın yazışından sonra hemen seyretmek istediğim...