Güncelleme Tarihi:
‘Normal’in ‘anormal’e bakışını anlatmaya ne hacet. Aynıların arasında farklı olmak, ötekileştirmeye katlanmak ve her şeye rağmen kendin kalabilmek... Üstelik dışlama ve zorbalık sanıldığı gibi sadece dışarıdan değil; en yakından, anne-babadan bile gelebiliyor bazen.
Fabrio Silei Orkların yaşadığı Orkideya’da dünyaya gelen Güzelork’un hayatının, dolayısıyla da mevzunun tam ortasına bırakıyor bizleri. Çocuk edebiyatının en zor konularından biri için tahmin edilemeyecek kadar eğlenceli ve kahkahalara boğan bir hikâyeyle...
Belediye başkanı Orkeste heyecanla yakında doğacak ilk oğlunu bekliyor. Şanını yürütecek oğluyla ilgili uçsuz bucaksız hayaller kuruyor ve derken o gün gelip çatıyor. Güzeller güzeli, sevimli, minik bir erkek Ork dünyaya geliyor ve geldiği gibi de hemşirenin burnuna bir öpücük konduruyor. İşte Orkeste’nin yıkıldığı an! Ork dediğin sivri dişli, yelken kulaklı, çirkin mi çirkin, burnu siğillerle dolu, vücudu tüylerle kaplı olur!
Orkluk ve erkeklik gururu yerle bir olan baba hayallerine veda ederken teselliyi oğlunun büyüdükçe ‘normalleşeceğine’ inanmakta buluyor. Güzelork’sa giderek çirkinleşmediği gibi fare yemekten, geğirmekten, çöp kokusundan ve Orkların yaptığı daha birçok şeyden hoşlanmamaya devam ediyor. Çünkü o öyle ve tek isteği de öyle kalmak. Babasının, arkadaşlarının, öğretmenlerinin, komşuların, kısacası toplumun her kesiminin zorbalıklarına rağmen kendi yolunu bulmaya çalışmaktan hiç vazgeçmiyor Güzelork.
Fabrizio Silei’nin bizleri kahkahalara boğduğunu söylemiştim. Ama sanmayın ki Güzelork’un yaşadığı hüznün, yalnızlığın ve kendi olmaktan vazgeçmeme azminin sesi bu kahkahalar arasında kayboluyor.
Ejderhalar vardır...
Hayal gücünün harikalarını keşfe çıkmak için kitapların büyülü dünyasından daha iyi bir yol düşünemiyorum. Her şey mümkündür orada. Buzdolabında penguen beslemek, ejderhanın sırtına atlayıp göklerde süzülmek, köpekbalığını parkta gezintiye çıkarmak. Can ve kitapkurdunun hikâyesi tam da bu harikalarla dolu.
Can ve kitapkurdunun yolları Can’ın hayvan beslemek istemesiyle kesişiyor. Anne-babasına göre köpekler her şeyi parçalar, kediler kötü kokar, köpekbalıklarının çok fazla dişi olur, penguenler sıcaktan fenalık geçirir. Babasının dediğine bakılırsa ejderha diye bir şey zaten yok.
Can da başının çaresine bakıyor. Günlerce okuyor, araştırıyor, düşünüp taşınıyor ve sonunda bahçede tam gönlüne göre bir hayvan buluyor. Minik bir kurtçuk.
Debi Gliori’nin metni ayrı, çizimleri ayrı mizah dolu. Can’ın kitap okurken kurduğu hayaller kitap ve düş gücü arasındaki ilişkinin en tatlı kanıtı. Resimlerin her biri ayrı bir hikâye anlatımını teşvik eden türden.
Önceleri toprağın dibinde öylece duran kurtçuk bir süre sonra Can’ın okuduğu masallara kulak vermeye, fanusundan çıkıp pürdikkat dinlemeye başlıyor. Masalların büyüsüne kapılması uzun sürmüyor tabii. En sevdikleri, ejderhalarla ilgili olanlar. Neden acaba?
Birisi ejderhaların var olmadığını mı söylemişti? Sadece ejderha sevenlere değil onlara inanmayanlara da gelsin hikâyenin sürprizi.