Güncelleme Tarihi:
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki uzun zamandır büyük heyecanla beklediğim ‘Memlekette Tuhaf Zamanlar’ın daha yarısına vardığımda, basındaki çalışma hayatım boyunca tanıştığım en süpersonik insanlardan olan Yenal Bilgici’yi aramak ve “Sen ne kadar disiplinli ve verimli çalışan bir insansın, bu kadar kaynağı, araştırmayı, makaleyi nasıl taradın bir; bütün bu kabloları birbirine nasıl böyle ince ince bağladın iki?” diye sormak durumunda kaldım. ‘Memlekette Tuhaf Zamanlar’ gerçekten Yenal Bilgici’nin onunla çalışmış olanların çok iyi bildiği, en basit haberde bile alabildiğine derine inip, kazasız belasız ve gayet afili bir şekilde tekrar yukarı çıkabilmesini sağlayan o inanılmaz araştırmacılığının 210 sayfalık bir örneği.
Bu yoğun araştırma ‘hakikat sonrası’ kavramının ve bu kavramın damgasını vurduğu dönemin Türkiye’deki tezahürüne odaklanıyor. O tezahür Türkiye’nin ayrıca ilginç bir dönemine de denk geldiğinden KONDA Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın dediği ve Bilgici’nin de alıntıladığı gibi “Türkiye hakikat sonrası bahsinde zirveye yerleşiyor”.
BURALARDA ‘HAKİKAT’ SEVİLMEZ
‘Memlekette Tuhaf Zamanlar’ın anlatısı ve araştırması aslında hakikatin, o çok sevilen tamlamayla söyleyecek olursak ‘bu topraklarda’ ne kadar sevilmediğine ve ciddiye alınmadığına bakarak başlıyor: Falih Rıfkı Atay’ın “Şark’ta yalan ayıp değildir” cümlesiyle. Sonra da yine Falih Rıfkı’nın 1931 tarihli seyahat kitabı ‘Moskova-Roma’dan sanki bugünden fırlayıp geçmişe gitmiş gibi görünen bir başka alıntısıyla devam ediyoruz: “Büyük Harp’te Mudanya’da tifüs aşısı yapılırken bir nefer ‘Nedir bu çektiğimiz, her gün iğnelenip duruyoruz’ demişti. Kulağıma eğilen bir hoca dedi ki: ‘Ne hastalık ne bir şey... Bize Alman kanı aşılıyorlar’.”
Görüyoruz ki memlekette zamanlar tuhaf değilken de bazı şeyler aslında aynı gibiymiş. Kitap bu noktayı bize gösterdikten sonra günümüze geliyor. Yolda uğradığımız pek çok ilginç durak var. Bunlardan biri, son 20 yılın Türkiye’sinin en popüler kavramlarından; ‘kutuplaşma’. Yine bir alıntıyla aktaralım: “Kutuplaşmanın özü tek bir cümlede gizli: Biz sizin zihniyetinizi biliyoruz. Bununla toplumu boydan boya yarabilirsiniz. Tek bir cümlede iki unsur olduğunu söylemiş olursunuz. Bir ‘biz’ var; bir de ‘siz’ var. İki kutup. Dahası da var ama... ‘Zihniyetinizi biliyoruz’...”
Yenal Bilgici konuya buradan girdikten sonra kutuplaşmanın içinde bulunduğumuz dönemde siyaseten ne kadar işlevsel olduğunu, ayrıca dezenformasyonla, yalan yanlış haber yaymayla ne kadar da uyumlu çalıştığını bize yine örneklerle gösteriyor. Sonra da önümüze bazı aynalar bırakmayı da ihmal etmiyor.
O aynalardan biri Bilgici’nin yine bizim için incelediği, Rus kökenli Britanyalı yazar, akademisyen ve televizyoncu Peter Pomerantsev’in ‘Bu Propaganda Değil’ isimli kitabından geliyor. Pomerantsev ‘Yanlış Bilginin Duygusal Dinamikleri’ isimli bir çalışma yayımlamış olan, Venedik Üniversitesi’nden Walter Quattrociocchi’ye, bu ‘duygusal’ ortamın nelere yol açabileceğini sormuş. Öğreniyoruz ki Facebook’ta 54 milyon yorumu analiz eden Quattrociocchi, bu yorumların tartışmaların uzamasıyla beraber aşırıya kaydığını bulmuş: “Sosyal medya davranışlarımızı kutuplaştırıyor, bu daha fazla sansasyonel içeriğe ya da yalanlara olan talebi artırıyor. Online olup beğeni ve retweet peşinde koşarak duygusal destek arıyoruz. Sosyal medya hiçbir zaman tatmin olmayan ve ilgi çekebilmek için giderek daha radikal bir pozisyon almamıza neden olan bir narsisizm motoru. Tarafsız bir topluluk karşısında bir argümanı kazanmaya çalışmıyorsunuz; kafası sizin gibi işleyen insanlardan mümkün olduğu kadar ilgi görmeye çalışıyorsunuz.”
Bu kısmı okuduktan sonra sosyal medya ‘timeline’ımıza şöyle bir dönüp bakmamak, oraya düşenlerin çoğunun ve dahi yer yer kendimizin de bir şey öğrenmekten ziyade tartışmanın kendimizce doğru tarafında yer alıp ‘like’ toplamanın peşinde olduğunu düşünmemek zor. Yazının şehvetine kapılmak gibi bir ‘like’ın şehvetine kapılma durumu da var, bunlar araştırmalarla sabitlenmiş, o sabit araştırmalar da ‘Memlekette Tuhaf Zamanlar’da bizi bekliyor.
Kitapta altı çizilecek, tekrar dönüp okunacak pek çok bölüm var. Örneğin ‘Hepimiz Melih Gökçek’in Rüyasında Yaşıyoruz’ bölümü. Oradan size alıntılayacağım tadımlık kısım şöyle: “İnsanların hakikatle ilişkisinin giderek bozulduğu bir dünyada yaşıyoruz. İşte bu dünyayı siyaseten en çok Melih Gökçek temsil ediyor. Bu onun dünyası. Onun rüyası. Onun için biçilmiş kaftan bir rol.” Sonra çağımızın bir başka derdi olan uzmanlığa duyulan öfke... “Araştırmanızı öneririm” cümlesinin konunun uzmanlarının üzerine bile bol keseden atılması. Sonra gözünü azıcık Batı’ya dönenin, monşerlikten başlayıp vatan hainliğine kadar itelenmesine vesile olan karikatürizasyon, hepsi bizim büyük hakikat sonramızın gerçekleri olarak ‘Memlekette Tuhaf Zamanlar’ın ele aldığı konular arasında.
Altında yer aldığı ‘araştırma-inceleme’ kategorisinin hakkını fazlasıyla veren kitap, Türkiye’de hakikat sonrası dönem üzerine konuşmak, düşünmek isteyenler için gerçek anlamıyla tam teşekküllü bir rehber. İnsanın içini yer yer fazla karartan Türkiyemizde, Yenal’ın dediği gibi “Yine de bazen bir yerlerden ışık sızıyor”. Bana kalırsa bu kitap da bilfiil o ışık sızdıran yerlerden biri olmuş.