Güncelleme Tarihi:
Kurmacanın, kurmaca nasıl yazılır kitaplarından değil de kurmacanın kendisinden öğrenileceğini yadsıyan yoktur sanırım. Bir kurmaca karakterin, davranışlardan ve konuşmalardan yararlanarak nasıl yoktan var edileceğini öğrenmenin yolu her zaman onların en iyi yaratıcılarını okumaktır. Kendilerinden çok şey öğrendiğim yazarlarım daha çok kurmaca yazarları mı, yoksa düşünce yazıları yazanlar mı diye de arada düşünürüm ve en çok şey öğrendiğim yazarın Eco olduğunu hep söylerim. Ve bizim içinde yaşadığımız bu kültürün içinden Eco ya da Fredric Jameson gibi bir yazar çıkabilir mi -benimki önyargı olabilir ama sanmam. Öyle bir kültür ve birikim içine doğmuyoruz.
Jameson ile yapılmış konuşmaları okurken aslında düşünce üretimini koşulsuz bir yaratıcılıkla bütünleştirmiş yazarların hayatımdaki yerinin, sözgelimi Faulkner’dan aşağıda olmadığını düşünüyorum. Faulkner’ı okumaya başladığım zaman o güne dek kapalı duran kapının yavaş yavaş gizemli bir dünyaya açıldığını görüyordum. Öncekini olası tek dünya olarak yaşamayı sürdürürken aslında bilip de görmek istemediklerimin şaşırtıcı güzellikleri elbette büyüleyiciydi.
Pek çok var ama aralarından herhangi birini çekip alıyorum, Marguerite Yourcenar sözgelimi, bir yüzyılda ‘Zenon’ gibi on roman yazılmış olsa bu da benzersiz bir zenginlik olurdu. Koskoca Hadrianus gibi gerçek bir kişiliği kurmaca kişiye dönüştürmekle Zenon gibi tarihsel bir kişiliği uydurarak yaratmak -birbirinden bambaşka iki düzey ve aradaki ayrımı anlayarak okumak da edebiyatı baştan ayağa çözmek gibi. Birinde bütünü parçalarken ikincisinde parçalardan bir bütün yaratıyoruz.
Cortázar’a gelince uğradığım felç, o anda bir daha eskisi gibi yürüyemeyeceğimi anlamak, sinir uçlarımdaki duyarlığı çoğaltmıştır. Cortázar’ı anlatamayacağım. Onun bendeki yeri her şeyi unutturup aklımın ucundan geçmeyecekleri hayal etmeme yol açıyor. Şimdilerdeyse W. G. Sebald’ın zoru, okuma biçimimi (bazen geç kalmak olağandır) bir kez daha katlıyor...
İNSANI MUTLU EDEN YAZAR...
Romanlar ve öyküler doymak bilmez bir okura dönüştürürken kurmacanın sorunlarını anlayan bakış açısı, Barthes, Eco gibi yazarları okuyarak bulunur. Sonra Jameson’ın ortaya koyduğu kunt gövdeyi her seferinde gözleri kapalı yoklayarak bütüncül bir düşünce oluşturmaya, ona bir biçim vermeye çalışırız. Jameson dünyaya düşen kültürü alır, -ameliyat yapmadan- içerdeki organların sağlam ya da hastalıklı olup olmadığını parmaklarıyla yoklayarak anlayan hekimlerin bilgeliğiyle hem bir tanı yapar hem de gerçeğin nasıl anlaşılması gerektiğini güçlü bir düşünce ve dille ortaya koyar.
İnsanı mutlu eden yazarlar bunlar. Sözcüklerle bir Quentin, bir Zenon yaratanların yanında, yazılarıyla bizim gibi gerçek insanlara düşünme biçimi veren yazarlar. Hem nasıl düşüneceğini bilmek hem düşünme biçimini hayatın her alanında kullanmak. İnsan kendisi için bundan daha değerli ne yapabilir.
Postmodern zamanlar içinde bir modernist olduğunu görerek yaşamak, insanın ayakları arasında düşüncenin kaynaklarına uzanan bir su gibi dolanır. Sonunda hikâyeyi perde arkasında bıraktığım bir modern zaman düşüncesinden hikâye anlatmayan romanlardan sıkıldığım bir noktaya da geldim ama. Şimdi okuduklarım daha önemli olmaya başladı.