Güncelleme Tarihi:
Uzak geçmişe gitmeye gerek yok. 2019’da Yıldız Kenter’i, 2018’de Münir Özkul’u, Gülriz Sururi’yi, Toron Karacaoğlu’nu, 2017’de Engin Cezzar’ı, 2012’de Müşfik Kenter ile Mücap Ofluoğlu’nu yitirdik. Metin And 2008 yılında, Hagop Ayvaz 2006’da aramızdan ayrıldı... Türkiye tiyatrosuna imzasını atmış tüm bir kuşak tiyatro insanı bizleri terk ediyor, ardından kapsamlı bir kültür mirası bırakarak. Tiyatro tarihimizin önemli bir kesitine damgasını vurmuş, tanıklık etmiş kişilikler yok oluyor, onlarla birlikte tiyatro belleğimiz, kültür belleğimiz de siliniyor. Çünkü ailelerin, yakınların kendilerine emanet edilen kültür mirası ellerinde kalıyor, olasılıkla koleksiyonculara, sahaflara gidiyor çünkü bunları verebilecekleri bir müze yok.
Öte yandan, en zengin Karagöz koleksiyonunun Hamburg Müzesi’nde, en iyi Türk kuklası malzemesinin Moskova’da ve daha birçok değerli koleksiyonun Köln Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde, British Museum’da, Washington’da Freer Galery of Arts’da bulunduklarını biliyoruz. Üstelik bunlar eski bilgiler, kim bilir daha bilinmedik neler vardır dünya müzelerinde, özel koleksiyonlarda…
Türkiye’de uzun zamandır açık veya örtülü olarak yaşanagelen kültür erozyonuna bu açıdan bakıldığında ortada ciddi bir kalıcılık sorunu olduğu saptanır ki bunun önemli göstergelerinden biri de müze yoksunluğudur. Son yıllarda özel girişimler söz konusu boşluğu doldurmaya başladılar ama yine de çok eksiğiz. Müze sorunu, kültür ve sanat alanımızın acıklı konularından biridir ve özellikle tiyatroda önemli bir kültürel değer yitimine neden olmaktadır. Türkiye’de tiyatro sanatı geçmişsiz, dolayısıyla geleceksiz bırakılmaktadır. Son hızla yoksullaşıyoruz ve biliyoruz ki kültür yoksulluğu insanın tükenmesinin, çürümesinin en önemli nedenlerindendir.
Yoksullaştıkça da erk sahipleri ‘ulusal değer’den, ‘millî varlık’tan, yerlilikten daha çok söz eder olmakta ve içi boşaltılmış olan bu kavramları kendi çıkarı doğrultusunda kullanmaktadır. Ancak kimse ne Batı tarzı tiyatro yapmış kişiliklerden, ne de Karagöz, Ortaoyunu, Kukla gibi geleneksel tiyatromuzdan artakalan belgeleri, görsel malzemeyi, koleksiyonları, kostümleri vb. araştırmayı, olanları koruma altına almayı düşünmez.
Tiyatro mekânlarının yanması, yıkılması ya da dönüştürülüp işlevlerinin değiştirilmesi de aynı yoksulluk ve yoksunluğun bir sonucudur. Üstelik binalarla birlikte toplumsal belleğimiz de yok olmaktadır. Tiyatro alanında da kendini belli eden ve ulusal hastalığımız olan bellek yitimini durduracak, kültür mirasımızın elden çıkmasını engelleyecek yollardan biri ve kanımca en önemlisi hiç zaman yitirmeden bir Türkiye Tiyatro Müzesi’ni yapılandırmaktır.
Tiyatro bir toplumun duyargalarının belleğidir. Müze de tiyatronun belleğidir.
Tiyatromuzu saklamak, aktarmak ve yaşatmak mümkün.
Türkiye Tiyatro Müzesi’ni kuralım ve ona sahip çıkalım.
Başka çare yok.
* Türkiye Tiyatro Vakfı Kurucu Başkanı