Güncelleme Tarihi:
Hikâyenin anlatıcısı Muzo, Buca ıslahevinde cezasının sona ermesini bekleyen 19 yaşında bir delikanlı. 16 yaşındayken, cinayetten hüküm giyerek düşmüş ıslahevine. Bir yandan hayata yeniden başlamanın hazırlığını yaparken diğer yandan kendisini bu noktaya getiren olayların muhasebesine soyunuyor.
Başlangıçta -Doktor babaları, çocuklarının üzerine titreyen güzel anneleri ve kendisinden küçük kız kardeşi Peri ile- mutlu bir aile tablosu hatırlıyor Muzo. Ne var ki çok geçmeden tabloda bir kadın silueti belirecek ve -Muzo altı, Peri üç yaşındayken- babasını evden koparacaktır. İşte o andan sonra Muzo ve Peri’nin trajedisi başlar. Önce anneleri intihar eder. Ardından Peri’nin yakalandığı amansız yaşlılık hastalığı -progeria- yapışır yakalarına. Yakınları da sahip çıkmayınca Muzo ve Peri çareyi tam teşekküllü bir dilenci kuruluşu olan Dermanhane’ye sığınmakta ve bu kadim mesleği icra etmekte bulurlar. Ne var ki hastalık günden güne ilerlemekte, kız kardeşi Muzo’nun gözleri önünde yaşlanıp erimektedir. Muzo belki dertlerine derman olur düşüncesiyle babalarının izini sürmeye başlamıştır. Nihayet İzmir’e yerleştiğini öğrenir.
Babasının Kadifekale’deki çevreden yalıtılmış evini ziyaret ettiğinde karşısına babalarını ailesinden koparan öteki kadın, Afet çıkacaktır.
Hiç de beklediği güzellikte olmayan Afet’i kardeşine şöyle tarif eder Muzo; “Afet’i süssüz hiç yakalayamıyorsun ki. Sabah sabah suratında bir parmak boya. Yüzü gözü şiş. İçkiden mi botokstan mı anla anlayabilirsen (...) Bütün gün lekeli pijamalarla dolaştığından giyinik hiç görmedim. Ayaklarında hep aynı terlikler. Nah böyle, 45 numara. Dolaşım bozukluğu yüzünden ayaklarında his kalmamış, öyle dedi, dizlerinden aşağısı mosmor (...) Abartılı makyajı onu her görüşümde bambaşka birine dönüştürüyordu. O sabah bembeyaz pudralanmış yüzü, ateş kırmızı dudak boyası ve parlak sabahlığıyla Madam Butterfly gösterisinden sonra kuliste dinlenen yorgun primadonna eskizi gibiydi.”
Babalarının bu kadına nasıl kapıldığına anlam veremeyen Muzo, İzmir ziyaretleri sıklaştıkça bu heybetli ve aksi kadının tuhaf bir çekiciliği olduğunu kabul edecek, giderek ona daha çok bağlanacaktır. Buna karşılık evdeki ufak tefek eşyalar aracılığıyla orada yaşadığı anlaşılan babası hiç ortaya çıkmamıştır. Öte yandan babalarının kendilerini terk ettikten sonra yaşadıkları hakkında Afet aracılığıyla bilgi sahibi olan Muzo önemli bir karar alır; babasını kurtarmak için Afet’i öldürmek zorundadır. Peri’yi toprağa verdiğinin haftasında İzmir’e hareket eder. Sonunda babasıyla karşılaşacağı an gelmiştir...
Yalanlarla yaşayanlar
Romanın kısa özetini okuyanlar sonunu söylediğimi düşünebilirler. Ama Mehmet Anıl, Peri’nin ölümünü de Muzo’nun işlediği suçu da ilk sayfalarda ifşa etmekten imtina etmemiş. Çünkü romanın sırrı buralarda değil, çok daha çarpıcı bir yerde, Afet’in kimliğinde gizli.
Muzo, elinin altında bir zaman makinesi varmış da zaman çizgisi üzerinde dilediği gibi ileri geri gidip gelebiliyormuş gibi anlatıyor olup bitenleri. Biz de Muzo’ya ayak uydurup biraz geri saralım ve Mehmet Anıl’ın önceki romanlarına kısaca göz atalım. ‘Geri Gelmemek Üzere’ (2003), ‘Bitik’ (2005), ‘Pembe Otobüs’ (2007), ‘Forbes Cinayetleri’ (2009), ‘Edep Ya Hû’ (2012) ve ‘Bir Perişanlık Hali’ (2013) romanlarının hemen hepsinde kullandığı anlatım kalıplarını -basmakalıplığa düşmeksizin- ‘Afet’te de kullanmış Anıl. Hikâye ileri geri sarıyor, biraz sonra vuku bulacak olaylar öncesinden fısıldanıyor, en kritikmiş gibi görünen sırlar sakınmasızca ifşa ediliyor. Ancak hiçbir şey açıklığa kavuşmuyor. Olup bitenlerin gerçek anlamlarına kavuşması için final sahnesini beklemeniz gerekecek. Kısacası Mehmet Anıl merak duygusunu sonuna kadar diri tutmayı başarıyor. Burada suç kurgusunu kullanmasının rolü olduğunu söylemeliyim. ‘Geri Gelmemek Üzere’, ‘Forbes Cinayetleri’, ‘Bir Perişanlık Hali’ ve ‘Afet’te -kimisinde cinayete varan- suç kurgusu sayesinde hem beklentiyi yüksek tutuyor hem de hikâyeyi insanı suça yönelten bireysel ve toplumsal dinamiklerle zenginleştiriyor.
Olayların hem ifşa edilip hem gizemini korumasının ilk nedeni Mehmet Anıl’ın anlatıcı karakterlerinin güvenilmezliği. ‘Afet’in anlatıcısı Muzo da -belki de hakikatle baş etmekte zorlandığı için- kendi açısından kendisine anlatmış hikâyesini; “...Bunları aslında size değil her dediğimi doğrulayan o yalancıya, yani kendime anlatıyorum. Zaten kendi kendime, kendim kendimi doğrulasın diye konuşuyorum. Dışarıdan bakan biri boş boş mırıldandığımı iddia edebilir. İnanmayın, ben hep ona konuşurum. İçimdeki dalkavuğa. İşime geldiği gibi.” Muzo’nun kendini avutmak için bazı şeyleri görmediğini, bazı konuşmaları farklı yorumladığını sona gelindiğinde anlayacağız. Aslında bu hikâye ediş tarzı toplumun -ve devlet dilinin- gerçekleri değerlendirme refleksinin Muzo’daki yansımasıdır. Muzo’nun babasını ya da Afet’i Kadifekale’deki eve sığınmaya/kaçmaya iten neden de budur. Afet’in deyişiyle “Vasatın rüküş iktidarı”dır.
Söz konusu iktidarın yarattığı toplumsal kültürün eşcinselliğe bakışı ahlaki şizofreni olarak nitelenebilir. Böyle bir kültürde cinsel kimliklerini gizlemek zorunda kalıp aile baskısıyla evlenen, kimliğini karısının ‘suç ortaklığı’ sayesinde gizleyebilenlerin, erkek hatta maço rolü üstlenip evlenen, çoluk çocuk sahibi olan, ibne diyerek aşağıladıklarıyla ‘aktif’ ilişkileri erkekliklerinin kanıtı sayan ‘normal’lerin, bütün bunların farkında olsalar bile susmayı seçen ya da bu özel ve gizli düzene rıza gösteren diğerlerinin varlıkları elbette dile getirilmeyecektir.
Mehmet Anıl dile getirilmeyenleri dillendirmiş ‘Afet’te. Basit bir aile dramından yola çıkarak toplumun en gizli yerlerine dokunan, hüzünle neşeyi dengeleyen etkileyici bir hikâye anlatıyor.
AFET
Mehmet Anıl
Can Yayınları, 2017
280 sayfa, 22 TL.