Güncelleme Tarihi:
Berrin Karakaş’ın son romanı sizi bambaşka bir dünyaya, bildiğiniz pek çok hikâyenin hiç görmediğiniz yönlerine ve sonsuz bir sorgulamaya davet ediyor. Hemen uyarmalıyım, zor bir roman ‘Çukur’. Zor çünkü her cümlesi hatta her kelimesi itinayla seçilmiş ve görünenin yanı sıra görünmeyeni de işaret ediyor. Romanın içine girdiğiniz anda bambaşka bir dünyaya doğru yola çıkıp masalla gerçek arasında bir seyahat yapıyorsunuz. ‘Çukur’ küçücük bir yer, umutsuz bir kuyu... Orada yaşayan insanlar umutsuz, boşluk içindeler. Bir depremle alınmış umutları elinden. O depremde annesi ölen Elmas bir erkek çocuğu doğuruyor. Nasıl hamile kaldığını hatırlamıyor ve kimden... Sonrasında ‘Çukur’da her şey değişiyor. Bu hikâyede payı olan herkes payına düşeni sırtlıyor. Kimi intikam peşine düşüyor, kimi günahının bedelini ödemenin. Onların o yolculuğu da insanı sorgulatıyor okura bir kez daha, hem de tüm sertliğiyle...
◊ ‘Çukur’ dünyadan kopmuş, unutulmuş bir kasabanın umutsuz insanlarını konu alıyor. Sanki herkes gelecek sonu bekliyor. Neden bu kadar umutsuz bir fon yarattınız?
Yaşadığım ülke günden güne dünyadan kopup kendisini yalnızlaştırırken, umudun sevinçli duygusu yerini keder veren korkuya bırakırken, bu umutsuz fonun yarattığı kaçıp gitmek isteğiyle şekillendi ‘Çukur’; bir sığınak olarak roman. Yazmak eylemi aynı zamanda kazı çalışmasıysa, kendi kazdığımız çukura düşmemek biraz da maharet. ‘Çukur’u bir kasaba olarak kurgulamadım aslında, hatta köy bile değil. İsim babası varlığın sırrı peşinde yıldızları incelerken kuyuya düşen Thales. Romana bu kadar sirayet etmişse umutsuzluk, olsa olsa dünyada olmaklığımızı düşündüğümüzde içine düşmeye hazır olduğumuz o çukurdur sebebi. ‘Çukur’daki karakterlerin de yanı başlarında her an düşebilecekleri çukurlar var; iman çukuru, şiir çukuru, intikam çukuru... Tarihi depremlerle yazılmış, günden güne dağların avcuna gömülen bu yerde, umut kaybolup gitmişse şayet, o boşlukta umuda her zamankinden daha fazla yer açılmış demektir aslında. Soru, sorun, Çukur’da yaşayan bir avuç insanın o boşluğu neyle dolduracağı. Umutlarını yalnızca Allah’a havale ettiklerinden, haliyle umutsuzluk makûs talihleri gibi görünüyor ve fazlasıyla da karanlık.
◊ İhanet ve intikam kavramları öne çıkıyor. Ancak her defasında iki yüzüyle karşılaşıyoruz kavramların. Herkesin bir ihaneti, alınacak intikamı var. Bir anlamda kimse masum değil. Bir yüzleşmeye mi çağırıyorsunuz insanları?
Hakkıyla yaşamak bizi her tür duyguyla yüzleşmeye çağırır aslında. Eylediklerimizi neden eylediğimizi bilmekten geçiyor huzurumuz. İntikam arzusunun ve ihanetin altını çizdiyseniz özellikle, intikam peşinde koşarken kendimize ettiğimiz ihaneti düşünmeliyiz belki de. İntikamın karşısına geçtiğimizde yerleştiğimiz yeri, bu yerde bizi bekleyen tuzakları düşünmeliyiz.
◊ Diğer kitaplarda olduğu gibi bu kitapta da ‘sakat’ kahramanlarınız var. Nedir sizi o kahramanlara çeken?
Sürekli uyumlu olmanız gerektiği söylenen bir dünyada, bu baskı altında tahrifatın çekiciliği diyelim. Sorunuzla birlikte düşününce, Çukur’u çevreleyen dağlar bile beş değil, Altıparmak Dağları. Çoğunluğun gözünü kaçırmadan bakamadığı bir anomali söz konusu. Anormalin güzelliği belki çekici gelen bana...
◊ Kitapta neden çok fazla dini referans var?
Vaktini itikaf odasında geçiren, gönülsüz de olsa teneke bir camide babasından devraldığı imamlığı sürdüren bir kahramanınız olunca kaçınılmaz oluyor bu referanslar. Kutsal kitapları okumak şart, o kitapların simgesel dillerine kapılmak farz oluyor. Türkiye’de son yıllarda fazlasıyla tahribata uğratılmış dinsel alanı düşündüğünüzde, bir yanıyla da kaçınmanız, hatta son sürat kaçmanız gerekirmiş gibi bu referanslardan. ‘Çukur’ her ne kadar dinle değil, Tanrısal ile meşgulse de yazarken yanlış anlaşılmak kaygısına kapılmadım değil, ne yazık ki. Yazık, çünkü bu kaygılarla bunca çevrilmek, neden Muhyiddin İbn Arabi gibi düşünürlerin düşünceleriyle değil, camilerin devasa beton gövdeleri, güç gösterisi ulu minareleri ile baş başa bırakıldığımızı da söylüyor. İnandığınız Tanrı bir ve tek olabilir ama o birliğe ulaşmanın yolları sonsuz. Hayatı olumlamak yerine, kullarını korkutup duran bir Allah’ın kimlerin neden işine geldiğini düşünmediğimiz noktada insanları tanrılaştırıyoruzdur belki de. Bu kadar itaatkâr kullar oluyoruzdur.
ÇUKUR
BERRİN KARAKAŞ
Sel Yayınları, 2017
237 sayfa, 20 TL.