Güncelleme Tarihi:
Müzik üzerine ilk yazılarını ‘70’lerde yazmış, Türkçe sözlü hafif batı müziğinin on yıllardır çetelesini/nabzını tutan, bu satırların yazarının da kendisiyle çalışma şerefine nail olduğu Naim Dilmener, ilk romanı ‘Obsesyon’u ‘hayırlısıyla’ okurlara sundu. Dilmener’in tarzı için ‘nevi şahsına münhasır’ diyip geçmiyoruz: Yazarın mizahında bolca iğne barındıran, sevmediğine amansız, sevdiğine son derece şefkatli, gönlünden geçenleri birebir hissettirebilen tarzı, ‘Obsesyon’un da en büyük kozu.
Ancak bu kitabın anlatıcısı ya da ‘kahramanı’ Naim Dilmener değil, hatta (şükürler olsun ki) kendisiyle ilgisi son derece kısıtlı. Kahramanımız, aslında kahramanlıkla hiçbir ilgisi olmayan, roman boyunca tek bir hayırlı işe imza atmamaya adeta yemin etmiş plak koleksiyoncusu Selami. Bir yandan ‘Canımın İçi’ adını verdiği, zaman zaman onun agresif taraflarını dizginlemeye çalışan bir vicdan, bazen de tam tersine en kötü yanlarını körükleyen bir şeytan görevi gören iç sesiyle cebelleşirken, diğer yandan muhafazakâr esnafa farklı kaynaklardan edindiği pornografik malzemeyi satarak en büyük, hatta tek tutkusu olan plak koleksiyonunu geliştirmeye çalışıyor. Koleksiyonculara, özelde de plak koleksiyoncularına biçilen naif, hassas, kültürlü imaja karşılık, Selami son derece saldırgan, vurdumduymaz, tek bir odağa sabitlenmiş tutkunun insanı ne kadar aşağıya çekebileceğinin özeti bir tip.
Tam bir tarih verilmese de 2013 sonbaharında başlayan bir senelik bir sürede geçen roman, Selami’nin çeşitli plakları, en önemlisi Sezenak Su’nun (doğru bildiniz) ‘Hadi Bakalım’ı Çince söylediği bir plağı ele geçirme çabalarını konu alıyor. Selami uğruna yuvasını yıktığı, varını yoğunu, benliğini bağladığı plak koleksiyonunu geliştirmeye çalışırken bu saplantının bataklığında git gide daha çok boğuluyor, kendini kaybediyor. Şefkat duyduğu tek canlı varlıklar olan kızı ve annesini de ihmal ediyor plakları için.
Konu aldığı dönemin irili ufaklı sahtekârlıklarının eleştirisini anti kahramanımızın ağzından dinlerken, kendisi de eleştirdiklerinden daha kaliteli, daha üstün bir insan olmayan Selami’nin kendi dışındaki sahtekârlığı ne kadar keskin bir gözle seçebildiğini fark ediyoruz. Bir de son 10 yılda İstanbul’un, dolayısıyla Türkiye’nin en büyük metaforuna dönüşmüş metrobüs var tabii. Selami’nin kendinin de başrolünde olduğu çeşitli olayların yaşandığı, orman kanunlarının geçerli olduğu, kendine özel kuralları ve kokularıyla metrobüs, ‘Obsesyon’un Selami’den sonra ikinci ana karakteri diyebiliriz.
Sezenak Su, Hüreyma, Saffet Kaya, McDolap, İlham İren gibi isim değişiklikleri ‘Obsesyon’un tahmin oyunları kısmını oluşturuyor. Romandaki tüm bu isim değişikliklerinin en kusursuzu ise Selami’nin kendisine rakip olarak görüp gıcık olduğu müzik eleştirmeni ve plak koleksiyoncusu Nail Hardener – bilin bakalım kim?
Özetle ‘Obsesyon’, Dilmener’in keskin gözü ve üslubuyla, Türkiye’nin son yıllarda içinde bulunduğu, ne zaman atlatacağı öngörülemeyen hâl-i pürmelâlini ortaya koyuyor, kendinin de gidişatı pek parlak olmayan bir plak koleksiyoncusunun penceresinden. Hem dönemine tanıklık eden hem de hastalıklı tutkunun zamansız hikâyesini anlatan bir roman.