Güncelleme Tarihi:
Modern edebiyatımızın kurucu metinlerinden ‘Mai ve Siyah’ta, Halit Ziya, romanın başkahramanı Ahmet Cemil’e en kritik cümlelerden birisini söyletir: “Bir lisan ki sanki tamamıyla bir insan olsun.” Buradaki lisan ve insan kelimeleri aşağı yukarı aynı değerdedir ve hayatları kadar meseleleri de birbirine çok bağlıdır. Şinasi ile başlayıp Namık Kemal ve ardılları tarafından sürdürülen yeni insan ve dil arayışı o güne kadar birinci sınıf sanat edebiyat eserleri tarafından çözülememiş; ilk kez, Halit Ziya’nın yerinde ve yaratıcı hamlesiyle, modern Türk edebiyatı, ilk kurucu ve modern romanına kavuşmuştur. Dil ve insan meselesi sadece açığa kavuşmaz, ana bağlamına da oturur. O bağlamın düğümü üsluptur. Üslup Halit Ziya ile başlar nesirde.
Seval Şahin’in iğne ile kuyu kazarcasına, ‘Mai ve Siyah’ın 1898’deki ilk resimli baskısına dayanarak hazırladığı eleştirel basım, Emre Bayın’ın titiz editörlüğünde okurlarla buluştu. Seval Şahin, hem Halit Ziya hem de başka isimler tarafından pek çok kez sadeleştirilen romanın ayrıca sadeleştirmesini de yaptı. Şahin’in, eserin ruhunu korumak için dikkatli davrandığını, her eski sayılan kelimeye karşılık verme derdine düşmediğini görüyoruz. Ayrıca, Orhan Koçak’ın sonsözü, kitabı daha geniş ölçekte okumaya tutacaklar için çetin bir metin. Keşke Koçak, Dekadanlık meselesinde olduğu gibi Banarlı değil de konu hakkında hazırlanmış tezlere baksaydı daha iyi olurdu. Türkiyat Enstitüsü’ndeki tez katalogları birer hazine değerinde. Birol Emil’e, Fazıl Gökçek’e gitmeliydi mesela Koçak.
Halit Ziya’nın dil ve insan meselesine eğilmesinin gerisinde büyük hesaplaşmaların olduğu söylenmelidir. Yeni hayatı karşılamak için eskinin sadece yükünden değil basıncından da kurtulmak gerekir. Dönemin sosyal ve siyasal atmosferinin Ahmet Cemil ve arkadaşlarının şahsında ne tür sonuçlar doğurduğunu bize en kalıcı şekilde anlatacak olan yine edebiyatın kendisidir. Hayat, bir hayat kaynağı olan edebiyatla aşılır ve açıklanır. Dönüp dolaşıp kendimizi açıklamak için edebiyatın kritik eşiğine oturuyorsak bunun sebebi insanın en sağlıklı şekilde dilde kristalize olmasından dolayıdır. Bu, Halit Ziya Uşaklıgil’in telif haklarının sona ermesinden sonra, ortalığa yayılan kitap basma furyasından öte bir meseledir. ‘Mai ve Siyah’ örneğinden hareketle, ‘insanı çekip almaya her zaman teşne adem (yokluk)’den daha üstün olduğunu görürüz büyük sanatkârın. Bu vesileyle söylemek isterim ki, savunucuları ve eleştiricileri tarafından ‘adem’e yollanmak isteyen yazarlardan birisidir Halit Ziya. Oysa, yeniden ve yeni donanımlarla okunmaya layıktır.
Mehmet Kaplan, ‘Mai ve Siyah’ için yazdığı bir yazıda, ‘Türk romanının alacağı her mesafede ‘Mai ve Siyah’ın mutlaka payının olacağı’ öngörüsünde bulunur. Belki de, altın ve en curcunalı devrini yaşayan Türk roman yazıcılığının, kendisini ‘Mai ve Siyah’a ve Halit Ziya gibi bir yazara göre gözden geçirmesinin bu yayın vesilesiyle önemi bir kez daha hatırlanır.