Güncelleme Tarihi:
Fatih Altınöz, yedi yıl aradan sonra yine bir romanla karşımızda. Altın Portakallı bir senarist, bir dönemin efsane Şizofrengi dergisinin ve Şizofreni Dostları Derneği’nin kurucusu, psikiyatri uzmanı ve beş kitabın yazarı. Ama bütün bu etiketlerin hiçbirini omzuna takıp gezmez. Bir görünüp bir kaybolmasında anarşist ruhunun derin etkisi vardır çünkü. Altınöz, yeni romanı ‘İktidarsızlar’da medyaya, ‘erk’eklik âlemine ve zihniyetine mizahi bir dille çomak sokuyor, içimize su serpiyor.
Yedi yıl aradan sonra yeni bir roman... Bu kadar niye, neyi bekledin?
Yazmakla ilgili içimde bir ukde kalmamıştı pek. Çınar Yayınları’na eski kitaplarımın yeniden basımı için gittiğimde yayınevindeki arkadaşlar, “Yeni bir kitap olsa da diğerlerini öncelese” dediler. Aklımda bir şey yoktu. Bir senaryo vardı. Bunu roman olarak yazmayı bir deneyeyim dedim. Aslında yazılmış bir şeye dönüp bakmayı pek sevmiyorum. Çünkü psikiyatr olarak ağır bir iş yapıyoruz. Senaryo formatında yazılmış olanda iki karakter vardı. Roman olarak yazarken buna bir anlatıcı ekleyeyim dedim. Üçü arasında anlatıcıyla beraber tamamen farklı bir yapı oluştu.
Bu kitap sizin iktidarla ilişkinize ya da dünyada iktidarı temsil edenlere ayna tutmak için mi yazıldı?
Evet. Aslında bugüne dek bütün yaptıklarım bunun içindeki küçük küçük çabalar. Nefret düzeyinde bu ideolojik bombardımandan rahatsız birisiyim. Bir emirle yüzbinlerce kişiyi öldürenler kravatlı geziyor, lider olarak saygı görüyor. Bize bir alan var ayrılmış, kumda oynayan çocuklar gibi oturuyoruz, siz hadi burda bilim yapın, sanat yapın, spor filan yapın demişler. Feci bir durum.
Peki siz kimsiniz? Anarşist psikiyatrist mi, hobi olarak yazan mı, senarist mi, dernekçi mi, dergici mi? Arkanızdan nasıl konuşulmasını istersiniz?
Bana iyi insandı desinler öldükten sonra yeter.
‘Kutsal Aile’de, aile kurumunu didik didik etmiştiniz. Bunu da çok bıyık altı bir gülümsemeyle yazarak yapmıştınız. Aile içinde kurulan iktidarları ele aldıktan sonra, ‘İktidarsızlar’a varan yedi yıllık süreçte nasıl bir yol katettiniz?
Böyle büyük sistemler gelecek, o gidecek bu gelecek, daha adil bir dünya kurulacak gibi şeylere inanmıyorum. İnsan tekinde sorun var, bu ideolojik hegomonya insanları birer otomata dönüştürmüş, bu mesela Türkiye’de nereden yeniden üretiliyor, ‘Kutsal Aile’de bu soruyla yola çıkıp bir kişiyi ele aldım. İsmail’in dünya ne kadar umurunda, hayatıyla ilgili hangi kararları, hangi sorumluluk duygusu ve inisiyatifiyle ele alabiliyor? Alabiliyor mu? Herkesin hayatı bir önceki kuşağın, diyelim babasının başka bir versiyonu ya da annesinin. Bu tamamen çıkışsız bir şey. Yazdıklarımda mizah olmasa ben de çıkamam onun içinden. Mizah hiç olmazsa bir tedavi edici yan oluşturuyor, o hikayenin ağırlığı ve ümitsizliğine karşı. Bu kitapta da öyle oldu.
‘İktidarsızlar’da hem güçlü bir medya hem de eril dile bulaşmadan, ince bir mizahla erkeklik eleştirisi yapıyorsunuz? Ki bu erkek yazarlarda pek sık rastladığımız bir şey değil. Bunun zihinsel alt yapısını nasıl kurdunuz? Faruk karakterini yazarken medya, erkeklik ve erkek dünyası için ne demek istediniz?
Taksici Nuri de en az Faruk kadar mühim bir karakter oldu. O benim dilimi de yumuşatmamı sağladı. Ondan arta kalan yerde bana hareket alanı sağladı. Sonu ölümle biten bir hayatta erkeklerin aşağı yukarı sayıları kendileri kadar olan kadınlar üzerinden, 70-80 metre karelik beton deliklerinde yan yana yaşadıkları, aynı yatağa yattıkları insanlar üzerinden kurmaya çalıştıkları iktidar hazin geliyor bana. Erkeklerin neredeyse genetik kodlar haline gelmiş peşin hükümleri var. Kadın şudur, şöyle olması gerekir. Şöyle yapmazsan sana böyle yapar gibi peşin hükümler hayatta sürekli yanlışlandığı halde bir sabit fikre dönüşmüş. Burada müthiş bir mizahi damar var. Buradan hareketle üç ayrı sınıftan gelen üç erkeğin de kaderinin aynı olmasının kaçınılmazlığına dair bir hikâye yazdım. Medya tanrılarına da sahibinizin üfürüğüyle uçup gidecek olan bir köpük olduğunuz anlaşılmıyor mu sanıyorsunuz demek istedim.
Anlatıcıya dönersek, sizin anlatıcınız ne diyeceğini bilen biri değil, okuru hikâyeyi birlikte aramaya davet eden, onunla kolkola giren biri. Burada Tanrı yazarlığa karşı bir duruş var ve bence bu çok kıymetli. Yazar olarak kendinizi köşeye çekişiniz insiyaki bir şey mi, tercih mi?
Bunu bir buluş olsun diye yapmadım. Narsisistik çok bilmişlik, çok acıklı bir şey. Her alana yansıyabilir. Kitap yazarken de, birisiyle konuşurken de düşülebilir o çukura. Oysa haddini bilme duygusu insanın içine bir kez yerleşti mi yazarken de kendini gösteriyor. Onun da şüpheleri var, hataları var bir sürü. O biçarelik kendisini anlatıcıda da gösteriyor.
Kahraman olmayı seçmeyen karakterler ve çıkışsızlık sizin yazma derdinizi de açıklıyor mu peki? Hiç yedi yıl ara vermemiş gibi yağ gibi akan bir dil ve kurgudaki akıcılık da bu derdi telaşsız anlatma hali mi?
Haklısın. Bir labirentin içinde çaresizce dolananları yazıyorum. Kurgu hızlı evet. Sinema merakımdan olabilir. Onu daha çok yazarken dinlediğim müziğe bağlıyorum. Caravan, Soft Machine, King Crimson, Asia Minor, Omega, Camel, eski Genesis. Onları dinleyerek yazmak bir ayin gibi benim için.
O zaman bundan sonrası da gelecek?
Olabilir. Grupları bütün albümleriyle dinleyebiliyorum artık!