Güncelleme Tarihi:
İngiliz yazar Hanna Jameson kıyamet sonrasını anlattığı ‘Sonuncular’da okuyucuyu bizimkine hiç benzemeyen alternatif bir gerçekliğe sürüklemek yerine, bizimkinin çok benzeri olabilecek bir dünya yaratıyor. Nükleer bir saldırı olursa bunun nasıl olacağı, saldırıdan sonra ne yapacağımızı ortaya koymaya çalışıyor. Öyle çok abartıya kaçmadan, hayal gücünün sınırlarının ötesine taşmadan yapıyor bunu. Jameson, saldırıyı sosyal medya aracılığıyla telefonlarımız sayesinde duyacağımız gerçeğiyle başlayarak -hepimiz tweet filan atarız büyük ihtimalle-, ne olabileceğine dair son derece gerçekçi bir ‘son’ ortaya koyuyor. Jameson’ın distopik romanı isim vermeden de olsa bir Amerikan başkanının nükleer saldırıdan sorumlu olduğunun altını çiziyor. Tabii ki yazarın göndermeleri sonrasında her okuyucunun aklına o isim gelecektir. Distopik bir kitap olsa da roman ulusların sonuyla birlikte yok oluşa doğru doludizgin giden bir adamın cinayet soruşturmasını da içinde barındırıyor. En önemlisi de yazar, son hayatta kalanların psikolojilerinin de derinliğine iniyor.
‘Sonuncular’, kıyamet sonrasını anlatan bir roman için orijinal bir başlangıç noktasına sahip. Romanın anlatıcısı Amerikalı tarihçi Jon Keller, Zürih’in dışında ormanlık bir arazide yer alan, bin odalı L’Hotel Sixieme’deyken, Twitter’dan dünyanın sonunun geldiğini öğreniyor: “Son dakika. Washington’a düzenlenen nükleer saldırı sürüyor. Gelişmeler sürüyor.” Kongre için geldiği otelde restoranda bekledikleri sırada öğrendiği olaydan sonra, haber akışı sonunda tükeniyor. Telefonların pilleri bitiyor. Mobil sinyaller kayboluyor. Ailesinin hayatta olup olmadığını veya yardımın gelip gelmeyeceğini bilmeyen Jon, hayatta kalan 20 kişiyle birlikte otelde tıkılı kalıyor. Kıyametin ardından da yaşadıklarını günlüğüne kaydetmeye başlıyor. Günler gitgide zorlaşıyor, insanlar gidiyor, insanlar intihar ediyor. Hava gittikçe soğuyor ve artık yağmur yağmıyor. Pas renginde bulutlar gökyüzünü kaplıyor. Hâlâ otelde olan 20 kişinin dışarda neler olduğu hakkında hiçbir fikri yok. 50. günde Jon, daha yapılandırılmış bir anlatı kronolojisine başlıyor. Ne de olsa onlar hayatta kalan son insanlar ve o da hayatta kalan son tarihçi. Hiçliğin orta yerinde izole olmuş ve görünürde sonu olmayan hayatlarında paranoya başlıyor. Kaos içinde bir dünyada tek başlarına korku içinde olsalar da her şeye rağmen bu insanlar ittifaklar kuruyor, sırlar saklıyor, sevişiyor.
50. gün ayrıca, otelin su depolarından birinde 10 yaşından büyük olmayan bir kızın cesedini buldukları zamandır. Kimdi bu küçük kız? Onu kim öldürdü? Oteldekilerden biri miydi? Jon, öldürülen kıza adalet getirmek için bu soruları çözmeyi giderek daha fazla takıntı haline getiriyor. Grup da yeni izole hayatları sırasında gerçeklik karşısında giderek daha fazla parçalanmaya başlıyor. Distopya devam ederken, içine bir de cinayet soruşturması yerleştiren yazar, psikolojik bir gerilim de yaratmayı başarıyor.
Yazar, kitabın yayımlandığı 2019’daki ABD siyasi ikliminin de eleştirisini yapıyor. Jon aksi yönde oy verenlerin, -adını kullanmasa da- Trump’a yeterince karşı durmadıklarını düşünüyor. Son seçimde oy veren Tomi ise gruptakiler tarafından suçlamaların odağında yer alıyor. Jameson’ın üslubundaki açıklık ve ayrıntı zenginliği son insanların yolculuğunun bir parçası gibi hissetmenizi sağlıyor. Yazar kitabında okuyucusu için ne kadar güvenilir olduğunu kanıtlıyor ama tarihi yazan anlatıcısının ne kadar güvenilir olduğu okuyucuya kalıyor. Hanna Jameson’ın ürkütücü ve rahatsız edici romanının sayfalarını çevirdikçe gerilimi içinizde hissedeceksiniz.
SONUNCULAR
Hanna Jameson
Çeviren: Gamze Bulut
Çınar Yayınları, 2021
472 sayfa, 42 TL.