Güncelleme Tarihi:
Borges’in dediği gibi, insanın icat ettiği bütün araçlar içinde en şaşırtıcısı şüphesiz kitaptır. Kağıdın üzerine mürekkeple basılan kelimeler, onları telaffuz ederek kendilerine hayat veren okurlar sayesinde bizimkinden çok başka dünya ve hayatlara kapılar açar. Tıpkı bir kapıdan evin içine girer gibi, bir kitabın kapağını açtığınızda da başka hayatların içine girersiniz. İçine girdiğiniz kitaptan çıkıp da kendi dünyanıza dönene kadar bir korsanın, bir köpeğin, bir yetimin, bir şövalyenin, bir astronotun, bir generalin, bir katilin, bir haylazın, bir büyücünün, bir prensesin yaşadıklarını kendi hayatınız gibi yaşarsınız. Bir kitabın sayfaları içinde her şey mümkündür.
Bir kitabın yeri öncelikle kitapçı raflarıdır. Sonraysa her okur o raflardan aldığı kitabı kendi kütüphanesine götürür. Belki de insanlar kütüphanesi olanlar ile kütüphanesi olmayanlar diye ikiye ayrılabilir. Kütüphanesi olanların hayatları ve dünyaları, kütüphanesi olmayanların aksine kendi hayat ve dünyalarından ibaret değildir. Bunu en iyi, kitaplarının çeşitliliği kadar çeşitli hayatlara girip çıkmışlıkları olacağı için kendine ait bir kütüphanesi olanlar anlar.
Yazar, “kitabın yoksa bir köpeğin olmalı,” diyor. Ama ya hem kitabın hem de köpeğin varsa! Çünkü o zaman sıkıntı ne bilmezsin. Oysa hayat ne kadar güzel ve keyifli olsa bile bazen sıkıntı dev gibi olabilir. Öyle anlarda o sıkıntı devini alt edecek ve seni sıkıntılarından azat edecek kahramanın, kapağını kaldırmanı beklediğin bir kitapta seni bekliyordur. Küçük kitaplar, büyük kitaplar, resimli kitaplar, ciltli ve ağır kitaplar, yazıları küçük ve satırları dip dibe olan kitaplar... Hiç fark etmez. Hepsinin sıkıntı defetmeye yarayacak bir sihri mutlaka vardır.
İnsan yeter ki kitap okumak istesin. Ağacın tepesinde uzanarak, balkonda çay ve kurabiye eşliğinde, masada kalemle, koltukta oturarak, yatakta yatarak ve şu an akla gelmeyecek kim bilir daha hangi pozisyonlarda kitap okuyabilir. Buna her okur kendi karar verir. Bazıları bütün ciddiyetleriyle oturarak ve gözleriyle okurken, bazıları yüksek sesle bağırarak okuyabilir. Seni bilmem ama ben en çok kanepeye uzanıp, yattığım yerden sırtımla okumayı severim. Yapabiliyorsan amuda kalkarak baş aşağı da okuyabilirsin elbette. Fakat yürürken ve duştayken okuma çok mümkün gözükmüyor.
Bazıları yiyip içerken okumaya düşkündür. Onları okudukları kitapların sayfalarındaki lekelerden tanıyabilirsin. Boğazına ve keyfine düşkün böyle okurların kitaplarında çay, kahve, mayonez, böğürtlen reçeli, mercimek çorbası, tereyağı, domates sosu gibi lekelerin yanı sıra sayfa aralarında bolca simit susamı da bulunabilir.
En güzeliyse kitaplar üzerine arkadaşlarınla konuşabilirsin. Hatta aynı kitapları okuyup sevenlerin dostlukları çoğu kez bir ömür boyu sürer. İyi kitaplar, iyi bir okuru daima gözlerinden tanıyıp bir tür hokus pokusla onun kütüphanesine girip kendini okutmayı başarır. Benzer şekilde dünyanın her yerinde iyi okurlar da birbirlerini bulur ve tanırlar.
Kanatların olmasa bile kitaplar sayesinde uçabilirsin. Tıpkı yüzme bilmiyor olmana rağmen batan gemiden kurtulup ıssız bir adaya kulaç atabilirsin. Annen odandasındır diye seslenip seni akşam yemeğine çağırırken, sen yanındaki konuşan köpeğinle birlikte dünyayı uzaylı istilasından kurtarmakla meşgul olabilirsin. Çünkü bir kitabın mümkün kılabileceklerinin sonu olmadığı gibi, sihirli gücü de asla tükenmez.
Bir kitap, elbette bir kitaptır. Ama öte yandan bir kitap, hep bir kitaptan daha fazlasıdır da. Biz bütün okurlar da kitapları bunun için severiz zaten. Elimizde bir kitap varken, sadece o kitabın mümkün kılabileceği fazladan bir hayatımız daha vardır. Bu nedenle başka hayatlara ve maceralara müptela her iyi okur, içinde hiç sıkılmadan yaşayabileceği o en güzel kitabı aramaktan asla vazgeçmez.