Güncelleme Tarihi:
Öncelikle 2018'de Galata Rum Okulu'nda gerçekleştirdiğiniz serginin ismiyle başlamak istiyorum, çünkü yeni serginiz ‘Her Sayfada Adım Yazılıydı’ o serginin devamı niteliğinde. Son iki serginize eşlik eden "çok kalpli varlık" ne demek? Kim bu çok kalpli varlıklar?
Söylediğiniz çok doğru, aslında benim bütün sergilerim birbirinin devamı niteliğinde. Ama kuşkusuz her sergi, bakış açısı, malzeme ya da teknik olarak bir yenilik getiriyor. “Çok kalpli varlık”, türleri, varlıkları ya da durumları parçalamayı, yerinden etmeyi, keskin sınırlarla birbirinden ayırmayı değil, bir araya getirmeyi, inşa etmeyi, büyütüp güçlendirmeyi ve çoğulcu düşünmeyi öneren şemsiye bir kavram. Böylesi bir yapı güçlüdür, zengindir ve bizi güvende tutar. Farklılıklar birbirini var eder, biri olmadan diğeri de var olamaz.
Serginin çok şairane bir adı var, hikayesini merak ediyorum. ‘Her Sayfada Adım Yazılıydı’ başlığına nasıl karar verdiniz ve bu başlık ne anlama geliyor?
Bir hafıza defterim var, bu cümleyi oraya yazmışım bir vakit. Ama neden, nasıl... O kısım bulanık, hatırlayamıyorum. Her sayfada adımın yazılı olmasını pek çok açıdan okuyabiliriz. Empati kurduğum, tanıklık ettiğim ya da özdeşlik hissettiğim her kişinin adı benim adım olur. Sevdiğim her şiir benim adıma yazılmıştır, gurur duyduğum her güzellik ya da engel olamadığım her trajedi benim adımı taşır.
Çalışmalarınızdaki hibrit figürler zihninize nasıl düşüyor? Bu tilkiler, kuşlar, kurtlar nereden geliyor?
Bu figürleri bir mıknatıs gibi kendime çektiğimi, bunlardan bir referanslar haritası ya da imgeler dizisi yarattığımı, tıpkı bir hiyeroglif gibi, geleneksel ya da mitolojik bir lisan, bir alfabe oluşturduğumu ben de geriye dönüp bakınca görüyorum. Ama tüm bunların nasıl olduğunu bilmiyorum. O kadar sezgisel ve içsel bir yolculuk ki tarif etmek çok güç.
Bu sergi genelinde tavus kuşları ve tilkiler sanki diğer hayvanlara göre biraz da olsa daha kalabalık. Neden bu iki hayvan?Sanıyorum her sergi bir bedeni ayağa kaldırmak gibi. Sergilenecek eserler, bu bedeni güçlendirecek şekilde bir araya gelirken, bazı imgeler kendiliğinden omuriliğe diziliyor. Örneğin sergideki bronz heykeller “Vücut Sarayım” adını taşıyor. Vücudu bir saray olarak hayal ettiğimizde, sarayın en görkemli varlıkları da tavus kuşları ve tilkiler oluyor.
Eserlerden birinde gözalıcı bir gül var. Güllere şahsi olarak çok düşkün olduğum için sormadan edemeyeceğim: Gülün hikâyesi nedir?
Adı ‘Gül Kıyısı’ olan bir heykel yapmıştım 2014 yılında. O zamandan beri ara ara gülle dertleşiyorum. Aslında bahsettiğiniz resim bu sergide ayrıksı bir iş. Gül çok erotik evet, fakat bir o kadar da şiddetli.
Belki buradan hareketle serginin duvarlarındaki rengarenk, çiçekli kağıdın da hikâyesini anlatırsınız? Eserlerin çerçeveleri de çok ilginç, ince uzun bitişik çerçevelerden oluşan bu sunuma nasıl karar verdiniz?
Galeri Nev’de 2014 yılında açtığım ilk sergimin adı ‘Fauna’ydı. ‘Çok Kalpli Varlık’ gibi ‘Fauna’ da işlerimi kucaklayan bir kavram olmayı her zaman sürdürdü. O nedenle bu sergiye çiçekli bir arka plan ekleyerek faunayı yeniden çağırmak ve buna florayı ekleyerek güçlendirmek istedik. Bu çiçekli duvar kağıdının üzerinde ince uzun çerçeveler, aralıklı ve farklı renkte paspartular kullanmak, Galeri Nev Ankara Yöneticisi Deniz Artun’un küratöryal kararıydı. Bu çerçeveleme ve asma sistemi hem sergiye sinematografik bir ritim veriyor hem de başlığa referans ile desenleri yazıtlaştırıyor.
Peki ya desen ve heykellerinizdeki bu insanlar kimler? Simaları nereden geliyor?
Hayali karakterler, buluntu imgeler, kişisel arşivimde yer alan fotoğraflar, anılar, yüzler, jestler... Hepsi var.
Sergiyi gezerken mekanın ortasında duran heykeli uzaktan kuzuya benzettim. Yakınlaştığımda ise bunun bir kurt olduğunu fark ettim. Benim için çok ilginç bir andı doğrusu. Bu bana en başta kuzu gibi görünen, aktif dikkatini duvara yöneltmiş kurt, gözlerini dikmiş kime bakıyor?
Kurdun baktığı noktada kafasında tilki taşıyan bronz bir kadın başı var. Kadın ve tilkinin huzurlu duruşuna karşılık kurdun huzursuzca atlamaya hazır hali, sergideki tek açık gerilim noktası.
Çok elle tutulur bir his olduğunu söyleyemem ama bu sergide kadınlar olarak kendi ‘türümüz’ içinde kurduğumuz ilişkilere göndermeler var... ‘Kendi türümüz’ derken kendini toplumsal cinsiyet anlamında kadın olarak tanımlayan Homo sapiens'i kastediyorum. Bu hissime dair neler söylemek istersiniz? Gerçekten de kadınların kadınlarla, kızlarıyla, anneleriyle kurdukları ilişkilere dair ipuçları da var mı bu sergide?
Benim kuşağımdaki kadınların yaşama karşı duruşu annelerininkinden çok farklılaştı. Bir ok gibi uzağa fırlayıp gittik. Erkekler öyle değil mesela, onlar çoğunlukla hâlâ babaları gibi düşüyor, davranıyorlar. Dolayısıyla şunu söyleyebilirim ki, benim meselem anne-kız ilişkisi değil. O ilişkide yapılabilecek pek bir şey yok. Fakat kan bağımız olmayan kadınlarla ‘kız kardeşlik’ inşa etmek bu çağın en gerçek heyecanı! Dünyayı kadın dayanışması değiştirecek!
Malzemeyi de sormak isterim. Bronz sergiye nasıl dahil oldu?
Bu sergideki işlerin tümü pandemi sürecinde ortaya çıktı. İnsan bir durumu yaşarken detaylarda kayboluyor. Bütünlüğü çok sonra, üstünden zaman geçince kavrıyoruz. Ben de şimdi fark ediyorum; dünyanın karantinaya alınmasına ben ‘azalarak’ uyum sağlamışım. Yaşam alanımı küçülttüğüm gibi figürlerimi, tekniğimi ve malzememi de en yalın olana indirgedim. Azalmak bir hayatta kalma refleksi, sanki cenin pozisyonuna dönmek gibi. Bronz da benim hayatıma böyle dahil oldu. Rengi kendisinde olan en kadim malzeme. Dünyanın kırılganlığına simya ile direnmek belki...
Necla Rüzgar’ın ‘Her Sayfada Adım Yazılıydı’ başlıklı sergisi 27 Haziran’a kadar Galeri Nev Ankara’da görülebilir.