Güncelleme Tarihi:
Anlatı ve hatırat yazarlığıyla ünlenen Max Frisch, Brecht’in ardından Almanca tiyatro oyun yazarlığında epey sivrilmişti. Eserlerinde modern dünyanın gerilimlerini, kimlik problemlerini ve yabancılaşmayı işleyen Frisch, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da önemli bir kalem haline geldi. Lise yıllarında yazmaya başlayan Frisch’in edebiyat tarihinde öne çıkmasını sağlayan görüşlerinden en önemlisi, biyografinin ve biyografik anlatıların bir kurgu olduğunu söylemesiydi. Bir hafta sonu hikâyesi olan ‘Montauk’ da yazarın bu düşüncesini perçinleyen metinlerden.
‘GERÇEK, KURMACADA GİZLENİR...’
‘Montauk’un anlatıcısı ve aynı zamanda yazar olan Max, kitabıyla ilgili etkinlikler için gittiği New York’ta, kendisinden genç Lynn’le tanışınca pek çok konunun bir arada konuşulacağı ve adeta kısa bir düşünce fırtınasına dönüşecek hafta sonu da başlıyor.
Kitabın mekânı Montauk, Manhattan’dan 180 kilometre uzaklıkta, Long Island’ın kuzeyinde ve ismini Kızılderililerden alan bir bölge. Buranın tarihi ve kültürel yapısı, Max’a (yani Max Frisch’e) kadınlarla ilişkisini sorgulaması için fırsat veriyor. O anlarda ilk eşi, onunla birlikte kurduğu aile, sevgilileri ve Ingeborg Bachmann’a olan tutkusu metne karışıyor. Dolayısıyla Max ve Lynn’in Montauk’ta geçirdiği tutkulu hafta sonu, Frisch’in günlüğünden parçalar içeren otobiyografik anlatıma evriliyor.
‘Montauk’, Frisch’in kendisini ve ilişkilerini; bir anlamda mahremini ve buna dair iç hesaplaşmalarını okura açtığı bir kitaba dönüşüyor her satırla. “Hatıralarımı ve kendimi anlatıyorum” notu ise söz konusu durumu özetleyen bir veri ya da kanıt aslında.
‘Montauk’, Frisch’in diğer kitaplarında da belirgin olan kendisiyle hesaplaşma temasının en açık örneği. Yaşamını çoğunlukla sakınmadan okura yansıtmasının yanında, rollerinden sıyrılıp gerçek bir hafta sonunu ‘kurmaca’ haline getirmesi, ‘otobiyografi kurgudur’ düşüncesini ete kemiğe büründürüyor. Başka bir deyişle “Gerçek, kurmacada gizlenir, kurmaca ise çoğunlukla gerçektir” diyen Frisch, ‘Montauk’ta bunu, bir aşk hikâyesi anlatımıyla gözler önüne seriyor.
Frisch’in uydurmaksızın kişisel yaşamını okurla paylaşması, aynı zamanda yazarlığını usulca bir kenara bırakması anlamına gelirken yazarlığını konuşturuyor. Bu, Frisch’in edebi başarısı olarak nitelenebilir pekâlâ. Lynn’le geçirdiği tutkulu hafta sonunu anlatırken ve Bachmann’a aşkını “Onsuz yaşamak istemiyorum” diye özetlerken de ortaya çıkıyor bu başarı.
Aynı şekilde Lynn ismini telaffuz ettiğinde heyecandan ne yapacağını şaşırdığı anları dile getirdiği satırlarında, hem yazar hem de sıradan Frisch’le karşılaşıyoruz. Bu sıradanlık anlarında ise ister istemez bir şeyleri gizlemesine rağmen Frisch, sınırları olabildiğince genişleterek sır perdesini kaldırmaya uğraşıyor. Başka bir ifadeyle biyografinin çerçevesini ve soğukluğunu, otobiyografik ve estetik manevralarla gidermeye çabalıyor. Yani hem yaşamını hem de yaşamından bir kesiti öyküleştiriyor.
Frisch, ‘Montauk’ta bütün buralardan geçip yüzünü son dönem temalarına dönüyor. Yaşam ve ölüme giden yoldan geriye giderek aşkı, gençliği ve olanakları sorguladığı bir anlatıya da dönüşüyor metin.
Bütün bu pencerelerden baktığımızda bir şiirsellikle karşılaşıyoruz. Kadının ve erkeğin, birbiriyle ve kişinin kendisiyle hesaplaşmasını anlatan bir ‘şiir’ olan ‘Montauk’, Frisch’in kendisine baktığı dizeler haline geliveriyor.
Montauk
Max Frisch
Çeviren: İlknur Özdemir
Yapı Kredi Yayınları, 2019
132 sayfa, 13.89TL.