Güncelleme Tarihi:
Çağdaş Türk sanatının Türkiye’deki en önemli adreslerinden biri Galeri Nev İstanbul. Kurucusu Haldun Dostoğlu’nun Ankara’da 1984 yılında başlayan galericilik serüveni, 1987 yılından itibaren İstanbul’da devam ediyor. Galeri şu günlerde açılışından 2018 yılı sonuna kadar 101 sanatçıyla gerçekleştirdiği 254 sergiyi belgeleyen ‘ARŞİV: 1987-2018’ sergisine ev sahipliği yapıyor. Aynı isimle bir kitabın da eşlik ettiği sergi bir anlamda çağdaş Türk sanatının son 30 yıllık serüvenini de izleyiciye sunuyor. Sergide 1987 yılından itibaren yayımlanmış tüm kitap ve kataloglar ile muhtelif sergilerden fotoğraf ve belgeler yer alıyor. İstanbul’da henüz hiçbir özel müzenin olmadığı yıllardan başlayarak ilk sergilerini açtığı bir kuşağı bugünlere taşıyan, uluslararası sanat ortamıyla tanıştıran galerinin yerel sanat ortamının örgütlenmesi ve güçlenmesi için yaptığı tüm çalışmalar böylece belgelenmiş oluyor.
Haldun Dostoğlu’yla hem Nev’i hem de çağdaş Türk sanatının son 30 yıllık serüvenini konuştuk.
Galeri Nev İstanbul, kapıları 32 yıl önce açılmış. Neden 30 ya da 35 değil de 32’nci yılında açıldı sergi?
Aslında 30’uncu yıla planlamıştık bu sergiyi yapmayı. Ama 15 Temmuz darbe girişimi olunca proje iptal oldu. Bu işte çalışan iki arkadaşımız bu aşamada Türkiye’den ayrılmaya karar verdiler. Proje rafa kalktı. Arkasından bizim bir süreliğine Karaköy’e taşınma işimiz oldu, tüm bu süreç iki yıl gecikmemize neden oldu.
En başa dönersek, sanat galerisi açma fikri nasıl çıktı ortaya?
Mimarlık yapmayacağımı bilerek ABD’den Türkiye’ye döndüm. Hayatta ne yapmak istediğimi aradığım sıkıntılı bir altı ay geçirdim. O sıralarda da Ali Artun’la sohbetler ediyorduk; hem üniversite yıllarında hem de daha sonra Mimarlar Odası’nda birlikte çalıştığımız bir dönem var, birbirimizi oradan tanıyoruz. O Mimarlar Odası genel sekreteriyken ben de yayın kurulundaydım. İsmi ‘Hayal’ olan bir dergi çıkarmak gibi bir niyetimiz vardı. Fransa’da yaşayan ama yaz tatili için Ankara’ya gelmiş olan arkadaşımız Selçuk Demirel sohbet ederken başka bir fikir ortaya attı: “Dergi çıkaracağınıza bir galeri açın, o dergi de galerinin yayını olur. Ben de size Abidin Dino’yu ayarlarım” dedi. Bir ara Paris’e gittim, Selçuk’la galerileri gezdik, bu dünya nasıldır, neler olup bitiyor diye gösterdi. Arkasından Abidin Dino ile tanıştım. Biz o sırada galerinin ismini de ‘Hayal’ koymuştuk. Dino, “Ben ismi ‘Hayal’ olan bir galeride sergi açmam” dedi. Peki... Döndükten sonra bir isim arayışı sürdü, derken ‘Nev’ ismi ortaya çıktı ve macera ‘84 yılının mayıs ayında Abidin Dino sergisiyle başladı.
İstanbul’a geliş?
Beral Madra’nın Teşvikiye’de oturduğu apartmanın girişindeki dükkân boşalmış. “Tam size göre, gelin tutun burayı” dedi. Ben de hemen atlayıp geldim. O gün kiraladım dükkânı, tadilat yaptık ve Ekim 1987’de Galeri Nev Nişantaşı’nı açtık.
Niye böyle bir arşiv sergisi açma ihtiyacı hissettiniz? Sanatçıların retrospektif sergileri olur, siz galerinin retrospektifini yapmışsınız.
Tabii ki biraz öyle. Sadece bizim değil, Türkiye sanat ortamının da son 30 yılı bu. Türkiye’nin son 30 yılında sanat sektörünün evrildiği aşamalara, dönemlere baktığımızda çok yol kat ettiğini görüyoruz. Yani 80’ler çok naifti. Bilgisayar yok, internet hiç yok, cep telefonu yok. 80’ler sürekli postaneye gittiğimiz yıllardı. Basın bültenimiz var, onu zarfa koyar postalardık. İletişimin sınırlı olduğu o dönemleri yaşadık. Bu, sanat üretimine de ilişkilere de yansıyor. Özel tek bir müzenin olmadığı bir İstanbul’dan, Türkiye’den bahsediyoruz. Yani Ankara’daki Devlet Resim ve Heykel Müzesi ile İstanbul’da Mimar Sinan Resim ve Heykel Müzesi dışında müze yoktu.
Galeriler daha bir önem kazanıyor böyle bir ortamda.
Evet. Dolayısıyla sanatla ilişkisi seyircinin sadece özel galerilerden ibaretti. O yıllarda sanat üreten kuşağı, yani Mehmet Güleryüz, Adnan Çoker, Alaettin Aksoy, Burhan Doğançay, Komet kuşağının tanınmasını sağlayan aslında özel galeriler oldu. Onları markete sokan, seyircisini oluşturan... Bir şey daha var, 80’lerde Türkiye’de altı güzel sanatlar fakültesi varken şimdi 150’yi aşkın... Koleksiyoner bazında bakarsan da durum aynı. 1987’de galeriyi açtığımda İstanbul’da hakikaten 10’u bulmuyordu koleksiyoner sayısı. Şimdi sayısını tam olarak bilemediğimiz bir koleksiyoner kitlesi var. Seyirciden bahsetmiyorum bile...
Galeri sayısı aynı oranda artmamış ama...
Galeri sayısında çok büyük bir artış yok ama sanatçı sayısında olağanüstü bir artış var. Özellikle de 30 yaş altı kuşağında sayıyı tam olarak bilmemize imkân yok. Şu an yaşayan en yaşlı sanatçı yanılmıyorsam Adnan Çoker, piramidin üstüne onu koyarsan o piramidin altı çok geniş. Seyirci sayısında da büyük artış var. 1987, ilk İstanbul Bienali’nin yapıldığı yıl, bizim de İstanbul’da galeriyi açtığımız yıla denk geliyor. Sonra 80’ler, 90’lar çok yerel, lokal dinamiklerle geçiyor. 2000’lerden itibaren, ki en büyük dönüşüm İstanbul’un uluslararası arenada boy göstermeye başladığı yıllar. İstanbul Bienali oturmuş, bienal rüştünü ispat etmiş ve dünya sanat haritasına da İstanbul’u koymuş. Sonra 2004’te İstanbul Modern açılıyor, Sabancı Müzesi açılıyor, Pera Müzesi açılıyor... Peş peşe açılıyor bunlar. Dolayısıyla İstanbul bir kültür başkenti olarak öne çıkmaya başlıyor. Sergi bu süreci bizim penceremizden gösteriyor bir anlamda.
Başlangıçtan itibaren açtığınız bütün sergilerin yayımlanmış tüm kitap ve katalogları ile muhtelif sergilerden fotoğraf ve belgeler yer alıyor sergide. Çok iyi tutulmuş bir arşiv çıkıyor ortaya.
Biz çok iyi kayıt tutan bir galeriyiz ve galiba tekiz. Sadece şu davetiyeleri 32 yıldır saklamış olmamız değil, “Şu resmi sen ne zaman kime, kaça sattın?” diye sor bana, ben defteri açıp sana gösterebilirim. Dolayısıyla bu evraklar aslında bir hazine. Bu bilgiye sahip olmak beni çok heyecanlandırdı. Zaten bunun ikinci cildi diye yazacağım kitap da biraz bunun üzerine gidecek. Bu iş parayla olmuyor, gönül işi tamamen. Her şeyi dokümante etmek gerekiyor. Galericiliğin püf noktası bu değil ama çok önemli. Benim için püf noktası nedir derseniz, sabır.
Hangi sanatçılarla çalışacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?
Galeriyi açtığımız günden itibaren 1990 yılına kadar Abidin Dino ile başlayan sanatçı kadromuzda Arif Dino, Tiraje, Burhan Doğançay, Ömer Uluç, Mehmet Güleryüz, Komet, Selim Turan, Ergin İnan, Utku Varlık, Adnan Çoker gibi sanatçı kuşağı yer aldı. Ancak ben İstanbul’da sergi programlarını hazırlarken yola bu sanatçılarla devam etmek yerine çok daha genç, galerinin uluslararası görünürlüğünü artırma yeteneğine sahip, günün estetik dinamiklerine hâkim ve galeriyle birlikte çalışma alışkanlığına sahip bir kuşakla devam etme kararı aldım. Dolayısıyla kimi henüz hiç kişisel sergi açmamış yepyeni bir kuşakla yola devam ettim. Hale Tenger, Canan Tolon, İnci Eviner, Nazif Topçuoğlu gibi sanatçılar bu kararın ardından galerimiz kadrosuna girdiler. Bu sanatçılara zaman içinde Murat Morova, Tayfun Erdoğmuş, Ani Çelik Arevyan, Melek Mazıcı, Serdar Arat, Nermin Er, Ali Kazma, Meltem Işık ve Aras Seddigh gibi isimler eklendi. Bundan sonra kendime koyduğum hedef, yeni bir kuşağı seyirciyle buluşturup ulusal ve uluslararası koleksiyonlarda yer almalarını sağlamak olabilir.
‘ARŞİV: 1987-2018’ sergisi 6 Nisan’a kadar Galeri Nev İstanbul’da.