Güncelleme Tarihi:
Uzun uzun boş sayfaya baktım, başlığı sevgili Kâzım Koyuncu’nun ‘Yalnızlığı Anla’ şarkısından ödünç aldım ama sonrasına ne yazacağımı düşündüm. Önümde 400 sayfalık bir ağıt var, tüm zerresine kadar yaşanmışlığıyla. Başından sonuna bir yas günlüğü, hayatın attığı iyilikleri unutmadan ama.
Kaçkarlar’dayım, buralıyım ama burada yaşamanın verdiği bir ağırlık var. Dağ ağırlığı. Bir de orman yalnızlığı var. Anlatılagelen tüm hikâyelerde ve yaşadıklarımızda, bir eksiklik, burukluk var. Burada, dünyanın dört bir yanından gelmiş binlerce insanla tanıştım. O insanların öykülerini de okudum, gördüm. Yabancı bir çift vardı mesela, altı aylık bebekleriyle Kaçkarlar’a gelmişler, bir derginin kapağına konu olmuşlardı: ‘Biberonuyla Kaçkarlar’da’... Genç fotoğrafçı Aydın Aksakal, buzuldan düşerek dağın kurbanı olmuştu. Bir Fransız dağcı da kaza sonucu aramızdan ayrılmış, ailesi bedenini teslim alamayınca buralı bir tanıdığımız bedenini alıp, ona bir mezar yaptırmış.
Enteresan bir bölge burası, hikâyesi, anısı bol. Ama acısı, hüznü de... Turistlerin yanından geçip gittikleri Fırtına Deresi’ne büyükler ‘Kanlı Dere’ derdi. Çok can almıştır. Kaçkarlar da öyle. Bilinmeyene doğru maceraya giden insanların mezarlığı oldu bu dağlar.
‘AH’LAR MEMLEKETİ
Sepin İnceer, bir mayıs sabahı, bir daha kavuşamayacağını bilmeyerek evinden uğurladığı eşi Okan’ı Kaçkarlar’da yitirdi. İki gün sonra eşinin cansız bedenini teslim almak üzere morgdaydı. ‘Ağıtların Tanrısı’ İnceer’in yaşadığı iki senenin baş döndüren, trajik, yas dolu öyküsü. (Okan, ilk defa yaptığı ipli iniş sırasında, düzeneğin yerinden çıkmasıyla metrelerce düşüp yaşamını yitirmişti. Sorumluların yargılaması sürüyor.) Kendince bir hesaplaşma süreciydi bu. Dağda başına neler geldiğini son saniyesine kadar merak edip, olayın muhatabı kişilerle yüzleşti. Belki bu onun için bir savaştı ama o kayıpla yüzleşme hali içerisinde buna da mecali yoktu. Çocukları Ela ve Ali’nin gelecekleri söz konusuyken üstelik...
Tüm bu hukuksuzluk, anlayışsızlık, empati yoksunluğu deryasında mücadele etmek herkesin harcı değildi. Sepin, mücadelenin en zorlu 100 metresini koşmuş. Bizlere de bir kaybın sadece bir kayıptan ibaret olmadığını sorgulatarak, bizlerin de hayatın içerisinde neler ıskaladığımızı satır aralarında okutmuş. Kitabın en özel taraflarından biri, Sepin’in bu yası tutarken, bölüm sonlarında memlekette öldürülen çocukların isimlerini tek tek anması... Ali İsmail, Berkin, Ceylan ve yüzlerce çocuğumuz... Çocuk gibi sevdiği Okan’ından ayırmamış o yasların toplamını.
‘Ağıtların Tanrısı’nı okurken, bu memleketin bir ah’lar memleketi olduğunu düşündüm hep. Hiçbir zaman, bilhassa çocuklar için şanslı bir toprak olmamış burası... 15 yaşında cepheye giden için de 15 yaşında sokakta öldürülen de aynı kadersizliğin kurbanları. O nedenle bu yapıta ‘Ağıtların Tanrısı’ denmesi boşuna değil, evet, bu ancak Tanrı kudretinde bir ağıt olabilir. Bu kitapla Okan’ı tanıdım ve hiç tanımadan sevdim, keşke arkadaş olsaymışız, tanışıp bir sofrada buluşsaymışız dedim. Sepin’i tanıdım, azmini... Çocukları Ela ve Ali’yi tanıdım, çok sevdim. Ona kol kanat geren arkadaşlarını da tanıdım. Yasın bile dağıtmadığı büyük aile. Sepin’in Okan’ı Kaçkarlar’da yitirmediğini, bulduğunu gördüm; öyle ki bu dağa sevdalanmış... Okan ve dağdaki bütün ruhlar, burada misafirimiz şimdi. Onların sevenleri buraya gelecek ve onların dağlardaki yankılarıyla, esintileriyle buluşacaklar; bize de onları ağırlamak düşecek.
AÄžITLARIN TANRISIÂ
Sepin Ä°nceer
DoÄŸan Novus, 2021
408 sayfa, 43 TL.