Güncelleme Tarihi:
Bir gün size “Bir süper güce sahip olma şansınız var” deseler, hangisini seçerdiniz? Benim buna cevabım kendimi bildim bileli aynı: Görünmez olmak! Görünenin ardında olanları izlemek, anlamaya çalışmak, bir başkasını görebilmek ve yaşananlara şahitlik etmek... Elbette etik olarak tartışılabilir ama bu tartışmayı başka bir mecraya bırakıp benim bu hayalimi gerçekleştiren Mario Levi’nin yeni romanına döneyim.
Yazarın ‘Teğet Geçen Hayatlar’ adlı üçlemesinin ilk romanı ‘Ayçiçekleri Her Gece Bir Yalnızlığa Bakar’ bu fikirden hareket ediyor. Romanın kahramanı hiçbir yazarın sahip olmadığı güce sahip bir gazeteci. Bir gece evde televizyon izlerken fark ediyor kendisine verilen bu hediyeyi. Hediye, diyorum çünkü yazar gücünü bu sıfatla yorumluyor. Televizyonda gördüğü kadının yatak odasında buluyor kendini. Önce bir rüya sansa da görülmediğini, duyulmadığını ve hissedilmediğini fark ediyor. Sonra da yeni bir yol açılıyor önüne. Zaten romancı olmak isteyen gazeteci bu ödülün rehberliğinde farklı hayatlara dalıp çıkıp onların gizemini okurla paylaşıyor.
Bir karakterler geçidi gibi roman. Birbirine değse çok şeyi değiştirecek teğet hayatlar var bu kitapta. Yıldız, Engin, Sibel, Ali, Songül, Begüm... Bunlar sadece bizim romancı sayesinde birbirine teğet geçtiğini gördüğümüz hayatlar. Oysaki hepimizin bir alternatif hikâyesi var. Bir dakikayı, bir anı değiştirdiğinde farklılaşacak bir hikâye. Romanın kahramanlarının yaşadıklarını katman katman açtıkça Levi, bazen tanıdık, bazen çok uzak ve her zaman şaşırtıcı gerçeklerle yüzleşiyor okur. Yıldız’ın adım adım ıssızlığa sürüklenen hayatı, Engin’in hep yeni bir umut peşine düşmesi, Sibel’in onu huzursuz eden anıları... Kimi birbirine bağlanan kimi hiç mi hiç işitilmeyen hikâyelerle yoluna devam eden insanlar...
SÜRPRİZLİ BİR KURGU
Kahramanların yaşadıklarını ya da yazarın onların yaşadıkları karşısında neler hissettiğini uzun uzun anlatıp romanın sürprizlerini kaçırmak istememem bir yana, ısrarla altını çizmek istediğim Levi’nin kullandığı üslup ve kurgu. Levi tanıklık ettiklerini okurla paylaştığı her bölümün sonunda bir de o tanıklıktan kendine kalanları paylaşıyor. Aslında iki roman gibi değerlendirebilirsiniz kitabı. Paralel olan iki hikâyenin birinde karakterlerin yaşadıklarına şahit olurken diğerinde yazarın yolunda yürüyorsunuz.
Sürpriz kaçırmayı sevmemekle birlikte kitapta Levi’nin kendini gösterdiğini ufaktan çıtlatmadan geçemeyeceğim. Yazar aslında bu yöntemi kullanarak sorunun anlatılmayan ve paylaşılmayanlarda olduğunu da gösteriyor okuyucuya. İfade edilmeyen suskunlukların insanları tutsak aldığını mesela. Ortaya sorular atıyor sıkça. Yaşananlar farklı olsaydı, duygular yüksek sesle ifade edilseydi, duraklar kesişseydi neler yaşanırdı? Bu sorularla karakterlerini tanıtırken okura da yeni yıl hediyesi olarak pek çok tartışma bırakıyor. Her yeni yılda yeni kararlar âdettendir misali bu sorular belki de sizi bir sorgulamaya davet eder. Söz sorgulamaktan açılmışken süper güce sahip kahramana geliyor sıra! Ödül müdür ceza mı acaba bu güç? Kitabın en can alıcı tartışmalarından biri bu. Şahit olurken değiştirmeyi başaramamak, yol gösterememek... Olacakları engelleyememek!
Kitabın bir bölümünde yazar okuru “Yaşananları görmeye hazır mısınız? Görecekleriniz sizi sarsılabileceğiniz sahnelerle karşı karşıya bırakabilir. Söylemedi demeyin sonra...” diye uyarıyor. Aslında bu uyarı sadece okura değil, kendine de. Kader midir insanın başına gelenler, tesadüf müdür kesişen yollar, yoksa hiçbir anlamı yok mudur tüm bunları sorgulamanın? Hazırsanız; birinin sizi en yalın halinizle gözlemlediğinde neler göreceğini düşünmeye ve yeni yıla yeni kararlarla girmeye, üçlemenin ilk kitabından başlayın yolculuğa...