Güncelleme Tarihi:
Önce bakar insan, sonra duyar, ardından anlar ve en sonunda hisseder... Belki hissetiğinde sonu da gelmiştir! Bir insanın çocukluktan yetişkinliğe geçerken yaşadıklarını bu dört fiille anlatabilir miyiz? Eğer iyi bir yazardan bahsediyorsak, cevabım evet. Yılmaz Şener’in yeni romanı ‘Kör Adım’ bu dört eylemi takip ederek bir insanın 40 yıllık yaşam öyküsünü anlatıyor. Dışarıdan sıradan gibi gelen ama içine girdikçe, kabuklarını kaldırdıkça, yaralarıyla tanıştıkça her insanın ne kadar özel olduğunu anlatan bir hikâye ‘Kör Adım’.
Roman üç farklı şehirde geçiyor. Küçük bir nahiyede başlıyor, İzmir ve İstanbul’a uzanıyor ve yine aynı nahiyede sona eriyor. Kitabın kahramanı o nahiyenin sıradan çocuklarından biri. Adı Mehmet. Ama hem en yakın arkadaşının hem de kuzeninin adı da Mehmet olunca öğretmeninin azizliğine uğrayıp Ömer oluyor. Öğretmeni adını değiştirdiği gibi kaderini de değiştiriyor kahramanın. Ömer olarak geçiyor çocukluğu. Yazar kitapta çocukluk kısmını yalın ve eğlenceli bir dille ele alarak okuru o nahiyeye götürüyor. Çok tanıdık gibi gelse de olaylar, faili bir meçhul bir cinayetle romanın rotası tamamen değişiyor. Bu cinayet Ömer’i herkesten fazla etkiliyor ve hem yaşadığı yeri değiştiriyor hem de kendine uğursuz geldiğini düşündüğü isminden vazgeçip yeniden Mehmet oluyor. Nahiyede koluna taktığı altın bilezikle İzmir’de kendine yeni bir hayat kuruyor. Fal bakıyor burada. Insanların ruhlarını görmeye çalışıyor ama işin içine biraz da hile karıştırıyor. Çocukluk aşkıyla bir ilişki yaşıyor. Tam her şey yoluna girdi diye düşünürken okur bu kez başka bir felaket Mehmet’in kapısını çalıyor. O da bu kez İstanbul’a göçüyor. İstanbul’da yepyeni bir Mehmet olmak istiyor. Oluyor da! İçine dönüyor. Kendini keşfediyor. Hayatını anlamlandırmaya çalışıyor. Yapıyor da! Yine bir felaket kapısını çalana kadar... Yine başladığı yere dönüyor Mehmet. O küçük nahiyeye. Çünkü dertler orada başlıyor. Ve orada son bulması gerekiyor.
YAZARIN SON VURUŞU
Kitap biraz ağır bir tempoda başlıyor. Yazar tüm kahramanları, olayları detaylı şekilde anlatıyor. Bu bölüm okuru biraz zorluyor açıkcası. Ama romanın düğüm kısmı sona erip çözüm kısmı başlayınca tüm taşlar yerine oturuyor. Taşlar yerine oturdukça roman sizi daha çok işin içine çekiyor. Yazarın hem tekniği hem de dili övülmeye değer. Romanın metamatiğini mekanikleşmeden, yazının büyüsünü terk etmeden uygulayan Şener, kullandığı dili de kahraman büyüdükçe değiştiriyor, olgunlaştırıyor. Kitabın çözüm bölümü okuru şaşırttığı gibi pek çok da soru sorduruyor. Bir insanın intikam almak ya da öfkesini dindirmek adına yaptığı küçük hamlelerin kaderi nasıl kırdığını gösteriyor yazar okura. Farkında olmadan hem kendi hem de başkalarının kaderini nasıl değiştirdiğimizi gösteriyor. Üstelik bunu yaparken ne ajitasyona kaçıyor ne de büyük büyük felsefi sözler ediyor. Sadece o kaderin adım adım rotasını değiştirmesini en yalın haliyle okura gösteriyor. O adımların ne kadar sıradan olduğunun altını ısrarla çizerek okura kendi adımlarını da sorgulatıyor. Son vuruşu da zarif ve hayran olunası bir teknikle yapıyor: Mehmet’i kendi sonuna şahit ediyor.