Bir aile dramı

Güncelleme Tarihi:

Bir aile dramı
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 04, 2023 11:47

İngiliz yazar Gwendoline Riley ‘Hayaletlerim’de soğuk ve mesafeli bir anne-kız ilişkisinin katı gözlemlere dayalı, rahatsız edici tablosunu çiziyor. Acı mizah, ayrıntı zenginliği ve ritmiyle okuyucuyu doyuran bir roman.

Haberin Devamı

1979’da Londra’da doğan Gwendoline Riley, Liverpool yakınlarında büyüdü ve 18 yaşındayken İngiliz edebiyatı okumak için Manchester’a taşındı. Asıl niyeti yazar olmaktı. Manchester Metropolitan Üniversitesi’nden mezun olduğu yıl -otobiyografik motifler taşıyan- ilk romanı ‘Cold Water’ı yayımladı. Kitap, The Guardian tarafından 2002 yılının öne çıkan ilk romanları arasında gösterildi ve Betty Trask Ödülü’ne değer görüldü. Bunu 2004’te ‘Sick Notes’ ve 2007’de Somerset Maugham Ödülü’nü (2008) kazanan ‘Joshua Spassky’ izledi. Ancak 20’li yaşlarını sürerken gelen bu başarısı onu edebiyatın süperstarlığına yükseltmedi. Maddi zorluklarla sürdürüyordu yazmayı. 30 yaşına kadar Manchester’s Night & Day Cafe adlı bir barda sürekli çalıştı. 2012’de yayımlanan ‘Opposed Positions’ yayıncısı tarafından satışların yetersizliği nedeniyle geri çekildi. Üzülmüştü ama yılmadı. 2017’de yayımlanan ve kurgu dalında Women’s Prize, Gordon Burn, Goldsmith, Dylan Thomas ve James Tait Black Memorial gibi ödüllere aday olup Geoffrey Faber Momerial Ödülü’nü kazanan beşinci romanı ‘First Love’ ile yeniden çıkışa geçti. Haziran 2018’de ‘40 Yaş Altındaki 40 Yazar’ arasına girerek Kraliyet Edebiyat Derneği üyesi seçildi. 2021 yılında yayımlanan ve Folio Ödülü’ne aday gösterilen ‘Hayaletlerim’, büyük övgüler topladı. Kocası, şair ve Times edebiyat ekinin eski editör yardımcısı Alan Jenkins ile birlikte Batı Londra’da yaşıyor.

Haberin Devamı

SEVGİSİZLİK
‘Hayaletlerim’de mutsuz bir aile hakkında mutsuz bir hikâye anlatmış Riley. Her mutsuz ailenin mutsuzluk dinamikleri kendine özgüdür ama yine de narsist, depresif ya da pasif agresif ebeveynden kaynaklanan sorunlar mutlaka benzerlikler gösterecektir. Bu anlamda anne Helen (‘Hen’), baba Lee ve iki kız kardeşten -Michelle ve Bridget- oluşan bu aile ve sorunlu ilişkileri pek çok kişiye tanıdık gelecektir.
Hikâyenin anlatıcısı Bridget; hayaletleri ise anne ve babası. Bridget, 2020’lere yaklaşırken 40 yaşlarında, Londra’da -erkek arkadaşı John’la yaşayan- eğitimli bir kadın. Kendi hayatını anlamak/anlamdırmak için çağırıyor hayaletlerini.
İlk hayalet babası Lee Grant; erken gelen boşanmanın ardından küçük kızlarını arada sırada gören, gördüğünde ise onları bunaltan ya da davranışlarıyla utandıran bir adam. Tam bir küçük adam o; böbürlenmek için uydurma hikâyeler anlatan, başkalarını kötüleyen, onların başarısızlıklarından söz ederek eğlenen, kendisini her zaman haklı bulan böyle bir babaya karşı iki kız çeşitli direniş stratejileri geliştiriyorlar. Ve Bridget, yasal zorunluluğu sona erdikten sonra bir daha ‘bir saniye bile’ görmüyor babasını.
Yedi yıllık beraberliğin ardından kocasını terk eden anneleri Helen, dışarıdan bakıldığında normal görünmekle birlikte arızalı, başkalarıyla ilişki kurmakta zorlanan, sürekli yalnızlık çeken ve sürekli kendine biçtiği rolleri oynayan bir kadın.
Bridget, üniversiteye gittikten sonra annesi ile bağlantısını da en aza indirmiş, yılda bir-iki kez buluşmanın ya da birkaç telefon konuşmasının dışında Helen’i hayatından çıkarmış. Ve kız kardeşler de kopmuşlar birbirlerinden. Hikâye ilerledikçe Bridget’in zihninde dolaşan görüntüler eşliğinde babalarının ve annelerinin karakterleri iyice netleşiyor. Şimdi netleştirilmesi gereken, ailesi hakkında konuşurken hiçbir sevgi sözcüğüne yer vermeyen Bridget’in karakteridir...

Haberin Devamı

KARAKTERLER, DİYALOGLAR, GÖZLEMLER
Riley’nin roman kişileri yazarın biyografisinden kabaca sebeplenmiş olduklarından, otobiyografi heveslisi okuyucular hikâyelerin içinde yazarı arayabilirler. Kaldı ki ‘Hayaletlerim’deki birinci tekil şahıs ağzından yapılan anlatı bu arayışı daha da teşvik edecektir. Riley’in bir söyleşisinde sarf ettiği şu sözler de öyle: “Bir arkadaşım yazdığım her kitapta babamı öldürdüğüme dikkat çekti.”
Önceki romanlarını okumadığım için söz konusu yorumdan yola çıkarak bir genelleme yapmam doğru olmaz. Ancak okuduğumuz bu son romanında sadece babasını değil annesini de öldüren bir anlatıcı karakter kullanmış. Aslında onlarla birlikte kendisini de tüketen, yazarla doğrudan ilişkilendirilmemesi gereken bir karakter Bridget. Nitekim Riley de bunun altını çiziyor: “İnsanlar aslında benim hayatım hakkında hiçbir şey bilmiyorlar.”
Riley gibi Bridget hakkında da -kötü ebeveyne sahip olmasının ve onları dışlamasının dışında- pek az şey biliyoruz. Hikâyeyi anlatan o ama pek de güvenilir bir anlatıcı sayılmaz. Onun karakterini ortaya koyan annesini yorumlayışındaki katılık ve o katılıkla örtüşen davranışları. Başkalarının tuhaflıkları üzerine oldukça acımasız gözlem ve yorumları, karakterleri ortaya koymak açısından kusursuz olabilir ama sevgiden uzak, empatiden yoksun düşünceleri ile bu genç kadın aslında romandaki asıl çözülmesi gereken karakter. Ve böylece, tahammül edilmez bir çift ebeveyn hakkında bir roman okuduğumuzu düşünürken Bridget’in durumunu sorgulamaya başlıyoruz. Neden annesinden bu kadar uzak duruyor, neden hiç evine davet etmiyor, neden annesini erkek arkadaşıyla tanıştırmaktan şiddetle kaçınıyor, neden kız kardeşiyle iletişimi yok, neden kendi hayatıyla ilgili hiçbir şey söylemiyor? Anlıyoruz ki Bridget de annesi kadar dış dünyayla ve insanlarla bağlantı kurmakta beceriksiz, mutsuz, kendi içine dönük bir kadın...

Haberin Devamı

Dış dünya demişken, ‘Hayaletlerim’e ilişkin temel eleştirimi aktarabilirim: Gwendoline Riley, dış dünyaya kapalı bir hikâye anlatmış. Uzun bir zaman dilimine yayılan romanda zamanın ve mekânın, daha doğrusu dış dünyanın siyasi, ekonomik ve toplumsal olaylarının nerdeyse hiç önemi yok. Hatta bu türden olay ve meselelere atıfta bile bulunmamış Riley. Bireylerin psikolojilerinin ve karakter gelişimlerinin dış dünyadan tamamıyla bağımsız bir biçimde ele alınması bir eksiklik duygusu yaratıyor.
Buna karşılık ayrıntılar, gözlemler ve diyaloglar çok başarılı. Riley’nin ayrıntılara verdiği önem, karakterlerinin jestlerini, mimiklerini, vücut dillerini yakalayabilmesi, karakter özelliklerini diyaloglara yükleyebilmesi sayesinde roman ve şahıslar gerçeklik kazanıyorlar.
‘Hayaletlerim’in sonlarına doğru bir sahneden örnekleyeyim. Bridget ve erkek arkadaşlarının evindeki yemekte Helen’in müstakbel kocası Dave’i beklediği sahnede Bridget annesini gözlemliyor: “Işığa doğru uzayan bir bitki gibi, cama biri ne kadar yaklaşabilirse o kadar yaklaşmış, başını duruş pozisyonunun izin verdiği kadar yukarı kaldırmış olan annem oturma odamızın penceresi önünde dikilmiş Dave’i bekliyordu (...) Yeniden pencereye döndü. Tuhaf, küçük siluetiyle. Hayvanlara özgü korkunç bir dikkatle.”
Süslenip püslenmemiş ama Helen’in hayal kırıklıklarıyla dolu hayatının onda bıraktığı izleri, hikâyenin dramını sergileyen cümleler... İşte insani duyguların bedenlerinde karşılığını bulan ifadelerini yakalayan bu tarz cümlelerden alıyor gücünü ‘Hayaletlerim’.
Özlü bir anlatım, art anlamlara sahip diyaloglar, acı mizah, ayrıntı zenginliği ve ritmiyle ‘Hayaletlerim’ -az sayfada- okuyucuyu doyuruyor. Durağan bir aile tarihinden bu kadar çok duygu ve gerilim çıkarmak gerçekten azımsanmayacak bir başarı.

Haberin Devamı

Bir aile dramı
Hayaletlerim
Gwendoline Riley
Çeviren: Begüm Kovulmaz
İş Bankası Kültür Yayınları, 2023
184 sayfa.

BAKMADAN GEÇME!