Güncelleme Tarihi:
Bir ülke tarihinde, ‘merkez sağ’ denen ideolojik oluşumun en belirgin figürü, profili, adresi... Kaç kuşağın zihninde, dimağında yer etmiş, gündelik siyasetten tarihsel dönemeçlere uzanan bir çizgide her daim etkisini hissettirmiş, rota belirlemiş, kimi politik acıların ve sevinçlerin müsebbibi, hatalı kimi kararların birinci elden muhatabı olmuş bir şahsiyet... Evet, Süleyman Demirel’den bahsediyorum... 1 Kasım 1924’te Isparta’ya bağlı İslamköy’de başlayan, içine onca hükümet, darbe, kriz, muhtıra, tek başına iktidar, koalisyon, muhalefet liderliği, ‘Milliyetçi Cephe’, ‘Zincirbozan’ macerası, milletvekilliği, başbakanlık, yasaklı siyasetçi, cumhurbaşkanlığı gibi kavramlar, tanımlar, görevler, yaşanmışlıklar sığdıran ve 17 Haziran 2015’te sona eren bir hayatın ifadesinden...
Türkiye siyasetinin nüktedan yanı güçlü, hazırcevaplığıyla bilinen ve her biri ‘politik manzume’ tadında sonradan deyimlere dönüşmüş ifadeleri, konuşmalarıyla toplumsal zihnimizdeki yeri sağlam, aynı zamanda da çelişki yumağı olan bir politik kariyerin yansıması olan bu eşine az rastlanır profil, sevgili Tanıl Bora’nın büyük emekler sonucu ortaya çıkardığı son kitabı ‘Demirel’le yeniden gündemimizde.
576 sayfa gibi son derece geniş bir hacme sahip bu çalışma aynı zamanda Cumhuriyet dönemi Türk siyasetinin de ‘Merkez sağ’ cephesi eşliğinde akışını, yönünü, yöntemini, kendine özgü oluşumlarını, kıvrımlarını, dönüşümlerini, hangi setlere, kıyılara çarptığını, hangi sesleri yükselttiğini ve kıstığını gösteren özel bir rehberi andırıyor.
Tanıl Bora, kitabının giriş bölümündeki ‘Sunuş ve Sonuç’ başlıklı okura seslenişinde bu çalışmasını “Bu bir siyasal biyografidir” şeklinde tanımlarken ele aldığı karakteri de şöyle tarif ediyor: “Süleyman Demirel Türk sağının açıortayıdır. Milliyetçi-muhafazakâr, İslamcı, liberal, devletçi vs. sağ söylemleri ortalayan, merkez sağ diye bir şey varsa, o açıortay, Demirel’dir. O açıortay tarihseldir, ekonomi-politik koşullarla, sınıf mücadeleleriyle, siyasal konumlanmalarla belirlenir ve değişir. Demirel’in ve merkez-sağ açıortayının siyasal seyrini izlerken, bu değişimi de görürüz.”
Son derece fakir, o zamanlar henüz elektrikle tanışmamış bir köyden Cumhuriyet’in nimetlerinden yararlanarak uzun bir yürüyüşe soyunma... İTÜ gibi köklü bir üniversitede eğitim görerek mühendis çıkma, İngilizce bilmenin de avantajıyla Amerika’da mesleki donanımını, birikimini artırma, yurda dönüşte de dışarıda gördüklerini bu topraklarda uygulamaya çalışan bir teknokrat kimliğini üzerine geçirme... Nihayetinde adım adım ülkenin siyasal coğrafyasındaki yerini alma, küçük koşulardan adeta zorlu maratona evrilme ve genel itibariyle birçok kuşağın hayatına dokunan bir siyasal karakterin dönüşümü...
Aslında meseleye hâkim olanların da çok iyi bildiği üzere tek bir Demirel yok. Nükteden, hınzır, zeki bir kişilik, öte yandan Nurculara göz kırpan, aşırı milliyetçi kimliğini sahaya süren, azılı bir anti-komünist profil çizen, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararını coşkuyla destekleyen, “Dün dündür”, “Bana sağcılar adam öldürtüyor dedirtemezsiniz”, “Yollar yürümekle aşınmaz”, “Va mı bunun başka izah tarzı”, “Memlekette benzin vardı da biz mi içtik” gibi veciz sözleriyle akıllarda yer eden bir tarza sahip, 12 Eylül sonrası -Tanıl Bora’nın deyişiyle- adeta kendini yeniden icat eden, hayatının son dönemlerinde çizdiği demokrat, karşı tarafa daha çok kulak veren kişiliğiyle, geçmişte küs olduğu ya da uzak durduğu kurumlara (mesela TMMOB) elini uzatan, uzlaşan hal ve tavırlarıyla son derece çelişkili ve karmaşık görünen bir portre. Mühendis geçmişinden gelen, olaylara bakışında, yaklaşımında kıyıya vuran ve yer yer oportünizmle kol kola giden pragmatizmi...
‘Demirel’ işte bu kayıtsız kalınamayacak hayat öyküsünü tüm denklemleri, açmazlarıyla, iyi ve kötü yanlarıyla sayfalarına taşımış. Okuma-yazma eylemine aşinaysanız Tanıl Bora’nın nasıl bir yazı-çizi kimliğine ve üslubuna sahip olduğuna da vâkıfsınızdır diye düşünüyorum. Bu kitap yazarının akıcı, ufuk açıcı, yan yollara, ara sokaklara bol bol sapan, yer yer hınzırca dokunuşlarla zihnimizi uyaran, provoke eden, harekete geçiren tarzının, anlatımının yeni bir ifadesi. Üstelik ele aldığı karakter bağlamında da adeta ‘Eski Türkiye’nin yeniden okunmasına, gözden geçirilmesine neden oluyor, hafıza tazelenmesi sağlıyor, kıyas düzlemine gitmemize alan açıyor.
Süleyman Demirel hakkında birçok kitabın kaleme alındığı, kendisiyle birçok söyleşinin yapıldığı, hayatına, eylemlerine dair birçok yazılı ve görsel belgenin var olduğu siyasi bir kişilik. Bora’nın kitabı kendisinden önceki tüm bu verilerden de yararlanarak kaleme alınmış ve dipnotlar sayesinde önceki metinlere de ulaşma fırsatı yaratıyor.
Sevgili Bora’nın bugüne kadar olan yazı yolculuğu göz önüne alındığında kendisini ‘Modern (yoksa ‘postmodern’ mi demeli?) zamanlar’ vakanüvisi’ olarak adlandırmamız mümkün. ‘Demirel’ de bu tanımın hakkını fazlasıyla veren bir çalışma olmuş. Kitabın ele aldığı portre bugünkü konjonktürde artık yitik konumda görünen ve yeni sesini, soluğunu arayan ama bir türlü bulamayan bir oluşumun, ‘merkez sağ’ın belki de bu topraklardaki en büyük yıldızıydı. Ya da Tanıl Bora’nın Medyascope’ta Ruşen Çakır’la yaptığı söyleşide vurguladığı gibi “Merkez sağın altın çağının adamı”ydı. Şimdiki zamandan bakıldığında ise bambaşka bir siyasetçi modelinin tezahürüydü. Renkli, popülizme yatkın, kitlesinin eğilimlerini doğru okuyan ve nabza göre şerbet veren ama yeri geldiğinde başka bir derinliğe sahip olduğunu gösterebilen bir profildi bu. Cumhuriyet’in siyasal tarihine vâkıf olmak, anlamak, hangi dönemeçlerden geçildiğini görmek isteyen herkesin bu akıcı üsluba sahip, ayrıntılar ve gözlemler açısından dolu dolu bir içerik sunan kitabı mutlaka okuması gerektiği kanısındayım...
Ben de kendi adıma şöyle bir not düşeyim; bu kitabın sayfalarında gezinirken küçüklüğümden bu yana radyodan, televizyondan, gazetelerden, dergilerden vs. bilumum yazılı ve görsel yayın organlarından zihnime yerleşmiş ve çoğunu unuttuğum onca siyasi ismi ve portreyi yeniden hatırladım. Bu durum bile okuru, ilginç bir yolculuğun parçası haline getiriyor; Tanıl Bora’nın ‘Demirel’ine bence sırf bu nedenle dahi minnettar kalmak mümkün. Binaenaleyh mutlaka okuyun derim...