Güncelleme Tarihi:
Gonca Özmen’in yeni kitabı ‘bile isteye’, tekrar tekrar okunmayı hak eden şiirler içeriyor. Ayrıca geniş tabanlı mısralar ve paranteze almaya değer bölümler sebebiyle de bugünkü şiirin sayılı nitelik öznelerinden bir şairi işaret ediyor. Özmen, farklı bağlamlarda ve kitap merkezli okunması gereken bir şiir yazıyor. Şair olarak çıkışından beri böyle bu aslında. Kitaplarıyla belirdi. Şiirleriyle yaşadı. Şimdi, şairin kendi yolunda hem kendisi kalarak hem de basamak atlayarak ilerleyişine bakmalı.
‘bile isteye’deki; “Bendeki taşra geniş odalara alışık değil” mısraına bakmalı mesela ilkin. Bünyesindeki ‘taşra’ kelimesi, bir yandan bireyin sıkılmışlığına, bir yandan da ülkenin sosyolojik durumuna karşılık gelir. Sonra da hemen yanındaki geniş kelimesinin çağırdığı duygu ve düşünce dizilişi ferahlama isteğini imler. Taşranın bir anlamı da dışarıyı, dolayısıyla çıkışı, genişlemeyi duyurmasıdır. Bu kilit mısrayı, şairin şiirine yaydığımızda, beden ile hayat, özne ile kimlik (her tür kimlik), cinsellik ile kadınlık, güncel ile kalıcı olan arasında bir gerilime oturduğunu ve buradan zevkli bir şiir kurduğunu gözlemliyoruz. Şiddetini ‘dışarı’ya değil içe çeken bu gerilim, yaşanan günlerin sebeplerinden beslense de ona bağımlı kalmaz. Bu durum poetik bakımdan, şiirin her şartta yazılma gerekçesi ve diri kalma dilini bulması yönünden çarpıcıdır. Gonca Özmen şiirini de onun şahsından çıkarıp hayatımıza katan natura budur. “Gövdem kederden bir tabanca” diyerek gerilen şiirin ‘patlama’ efektini çoğul imgeye yatırması da bu yüzdendir. Beden değil, toplum da patlar. Keder ‘taşra’dan çıkar, özneden topluma yayılır.
Özmen ‘bile isteye’de, göstermeden bir dil işçiliğini de getirir. Bu işçilik, hünerle, hem şiirin doğuşundaki canlı coşkudan gelir hem de şairin naif duyuşunun süzgecinde incelir. Biz şiiri okuduğumuzda sadece bir dilimiz olduğunu değil o dil ile yaşadığımızı da duymalıyız. ‘bile isteye’ye yayılmış, yaşamanın ayak izlerini de dilin gezme iştiyakı diye okumalı. Şair, bir büyüteç olarak gövdeyi kullanır yer yer. Arzu ve istekler, insan olmanın ‘taşra’sını tetikler. Sonunda, ‘yokluk değişmez’ ama insan hep şiirle var olmak ister. Bir tür gövdeli varoluş şiirleri diye de okunmalı ‘bile isteye’. Gövdeli oluş, kitabın kurgusuna da yansır.
Güneş, gövde, kordon, erkekler, kırgınlık gibi kimi anahtar izleklerden hareketle irdeleyebiliriz kitaptaki şiirleri. Güneş hem ışıtır, hem yaşatır. Gövde toplandığımız yerdir. Kordon dünyanın ipucudur. Erkekler gövdenin okları. Kırgınlık geri dönüş duygusu. Bu izlekler sonunda, öznenin yaşama şevkine bağlanırlar. “Herkesler tamdı bir ben olmadım” mısraı bir şekilde önümüze düşer ve ‘tam/ham’ kalan dünyanın karşısına ‘olma’ iştiyakını koyar. Bile isteye gerçekleşen bu koyuş, kök, ses, el, dal, can bularak, ses tekrarlarına da yaslanarak sürüp gider.
Bu arada ben, sosyal medyanın, hızlı bir etkileşim kadar ortalama bir dil de kurduğu günümüzde, şiir/şair merkezli esas iletişimin kitap merkezli olması gerektiğini düşünenlerdenim. ‘bile isteye’nin imajlara dayalı paylaşımlarının, okuru kitaba götürmesini bekliyorum. Bu bağlamda kitap, şiirin asıl merkezi olmalı ve şiir/şair bu merkeze bağlı kalınarak okunup değerlendirilmeli. ‘bile isteye’, şiirde kalmak ve hayata şiirden ‘bağlanmak’ isteyenler için zevkli, düşündürücü bir imkân çünkü.
BİLE İSTEYE
Gonca Özmen
Kırmızı Kedi, 2019
80 sayfa, 18 TL.