Güncelleme Tarihi:
İlk resim serginizi 19 yaşında açtınız ama 25 yaşında Akademi’ye girdiğinizde seramik okudunuz, neden?
Evet, Akademi’ye gitmeye karar verdiğimde 25 yaşındaydım ve 19 yaşımdan beri sergi açmış, resim satmış bir adamdım. Akademi’de resim bölümüne girseydim başıma gelecekleri biliyordum; o dönemde hoca nasıl çiziyorsa, siz de öyle çizmek zorundaydınız. Belli bir tarzım vardı, mesela kurşunkalem hiç sevmem, dolmakalemle çizerim. Kimsenin bana karışmayacağı bir bölüme gideyim dedim ve seramiğe gittim. Çok şanslıydım, çünkü öğretmenim Sabri Berkel’di. Berkel çok titiz, çok iyi bir adamdı ve yalnız desen çizmemizle değil, faaliyet olarak ne yaptığımızı da sorardı. Nasıl bir adam olduğumu anladı, ben de kimseye bahsetmedim ben ressamım diye, ama sınıfın en yaşlısıydım!
Resme ilginiz nereden geliyordu?
Dedem Halit Bakır, 1919’da İbni Sina’nın resmini altı renkli olarak basan ilk kişi. 10 yaşındayken bana suluboya yapmasını öğretti. Kabataş Erkek Lisesi’nde yatılı okurken karikatür çizmeye başladım. O zamanlar Dolmuş vardı. Turan Selçuk beğendi işlerimi. Gırgır, Akbaba, Papağan derken, para kazanmaya başladım ve Amerika’da bir okula burslu okumak için müracaat ettim. Kim olduğunu bilmediğim bir adam mektup yazdı, “Mimar olmak istediğinizi söylemişsiniz, eminim olabilirsiniz. Ama çok iyi bir ressamsınız. Ressam olmanızı tavsiye ediyoruz” dedi. O sırada Güner Üner ve Kemal Künbatır ile tanıştım. Bana işin felsefesini öğrettiler. 19 yaşındaydım, bunları sergileyeyim dedim. Beyoğlu Belediyesi’ne dilekçe verdim. “Parayı yatır, Taksim Meydanı’nda köşe veriyoruz” dediler. 1959’da açık alanda açtım ilk sergimi, Gezi Parkı’na çıkan merdivenlerin duvarına resimleri asmak için çaktığım çiviler bile duruyordu, yeni yıkıldı.
Nasıl tepkiler almıştı o sergi?
İlk gelen bir ayakkabı boyacısı oldu, “Abi, sen de boyacısın, ben de boyacıyım, şuraya oturayım mı?” dedi. Başka kimse gelmedi. Sonra bir araba durdu, bir hanım indi, “Aa burası Paris’e döndü” diyerek geldi, yanında da bir genç, onlara iki resim sattım. Son gün Amerikalı bir çift geldi, onlara bir resim sattım. Sonra Amerikan Derneği’nde bir dostum sergi ayarladı. Çok zengin Amerikalı bir kadın ressam geliyormuş, işlerim onunkilerle sergilenecek. O kadar parasızdım ki, 350 davetiyeyi elde kendim yazdım. İnanılmaz bir kalabalık geldi. 32 resmim vardı, son ikisine ben işaret koydum. Hayli para kazandım, paranın yarısının fazlasıyla kütüphanemi kurdum. İsveç’e gittim, havaalanında hava trafik kontrolörüydüm. Sonra ne yapıyorum burada dedim ve Akademi’ye girdim.
Resme başlarken İbrahim Çallı ile de bir hikâyeniz var. Neden ilk İbrahim Çallı’ya gittiniz?
Bazıları yanına yaklaştırmaz, İbrahim Çallı öyle değildi, konuşulabilir biriydi. 1956 senesi, hava karlı. Evine gittim, evde yok, Anadolu Kulübü’ndeymiş. Gittim, “Bakırköy’den geldim” dedim, karların içindeyim o sırada, “Size resimlerimi göstermek istiyorum” dedim. “Bak resim yapıyorsun, bana da bu havada göstermeye geliyorsun, senin resminin kritiğini yapmaya lüzum yok, sen zaten ressamsın” dedi. Böyle ufak şeyler insanın hayatını değiştiriyor.
Akademi nasıl bir deneyimdi?
Sami Berker bir gün yanıma geldi. Eskiz ödevimiz var, ben kütüphanede vakit geçiriyorum. “Neden buradasın, çalışman gerek” dedi. Ertesi gün Haliç üzerine eskizlerimi önüne koyunca ikna oldu. Sonrasında sergimi kompoze etti, bir resmimin Resim Heykel Müzesi’ne alınmasını kabul ettirdi. O sene seramik ödülü kazandım. O parayla koleksiyonumun ilk parçasını aldım. Komet’in ilk sergisiydi. Hâlâ durur o resim.
Yurtdışı deneyimi ne kattı?
Sergide göreceksiniz, dünyanın her yerinden resim var. Sadece yurtdışı değil, mesela Karadeniz’i karış karış dolaştım. 69 senesinde eşimle, cebimizde 20 dolar Avustralya’ya göç ettik. Avustralya maceramız başladı, beş sergi açtım orada. 74 yılında Türkiye’ye döndük ve karikatür macerası başladı. Tercüman gazetesinde grafikerlik yaptım. 80’de Avusturalya’ya gittik, çifte vatandaş olduk. Sonra gitmediğimiz yer kalmadı.
Resimlerinizde neden insan figürü yok denecek kadar az?
İnsan figürü koyduğumda atmosferin dışına çıkmış oluyorum. Hikâye giriyor işin içine, yapmak istediğim atmosfer çalınıyor. Benim için figür, o resme bakan kişiler. Sırf figür olarak yaptığım resimler de var. Sydney’de eşimle striptiz kulübüne gittik. Bir yandan da çizdim onları. O resimlerimde figür var çünkü o insanlar oranın parçası. Öyle bir şey buluyorsun ki bu figürsüz olmaz diyorsun.
Muhsin Kut’un ‘Bir Seyyahın Resimli Güncesi’ başlıklı retrospektif sergisi 15 Nisan’a kadar İş Sanat Kibele Galerisi’nde.