Güncelleme Tarihi:
‘Cumhuriyet Ağacı, Ölmez Ağacı’
Resimlerinizden biliyoruz, Ayvalık’la yakın bir temasınız var, bu nasıl oluştu?
1976 yılında Burhan Uygur’la Ayvalık’a Orhan Peker’i kutlamaya gittik. Benim Ayvalık’a ilk gidişim. Ben o gün Ayvalık ile bir duygu alışverişine girdim, orada beni çeken bir enerjiyi gördüm. Ve tam 41 yıl Ayvalık ile iletişimim sürdü. Beni Ayvalıklı zannederler. Ayvalık’ın kültürel boyutu, mimarisi, doğası beni çok etkiledi. Özellikle de zeytin ağaçları. Zeytin ağacının bütün zamanlarda bir kalıcılığı var, bir diğer adı ‘ölmez ağacı’. Tam öleceği zannedilirken yeni bir filizle hayata yeniden başlar. Tıpkı ilkeleri, idealleri olan bir insan gibi teslimiyeti kabul etmez. Bu nedenle ben peyzaj olarak zeytin ağacının resmini yapmıyorum, zeytin ağacının resmini yapıyorum. Zeytinin ironisi, yüklendiği anlam, tarihi boyutu ve verdiği mesajlar...
Siz Karadenizlisiniz, Trabzon’lu. Orası da doğasıyla öne çıkan bir yer...
Ben has Trabzonluyum. Trabzon’un tarihini, üstlendiği misyonu, sanat damarını biliyorum. Anadolu coğrafyasında, plastik sanatçıların yüzde 60’ı Karadeniz şeridinden, bu yüzde 60’ın yüzde 97’si Trabzonlu. Bu inanılması zor bir gerçek. Bedri Rahmi’yle başlayan Orhan Peker’le devam eden, Muzaffer Akyol, Burhan Uygur, Nedret Sekban, yani sayısız kişi.. Böyle bir sanatçı damarı var. Trabzon’un dağlarını çizdim, Sümela’yı işledim. Yani Trabzon’a kayıtsız değilim. Ancak işte Ayvalık’ın çekim alanı beni adeta oraya bağladı. Ve aradan 41 yıllık zaman geçmesine rağmen, Ayvalık’ta ilk ciddi sergim bu. Bir yıl, bir buçuk yıl orada atölye kurar, çalışmaya giderdim. Bu zaman içinde güzel insanlarla tanıştım. Hoşgörüsü olan bir coğrafya. Ve tarihi birikimi İzmir’den ileridir bana göre. Mübadelede sadece Ayvalık’tan çıkan piyano sayısı neredeyse Anadolu’daki piyano sayısına eşit. Bu ilginç ve aynı zamanda çok şey ifade eden bir anekdot. Zeytin ağaçlarının üstlendiği misyonlardan biri de bir mübadele hasretliğini yaşatması...
Ayvalık’ta yaşadınız mı?
Gidip geldim. En az kaldığım üç aydır. Bir yıl, bir buçuk yıl orada atölye kurar, çalışmaya giderdim. Bu zaman içinde güzel insanlarla tanıştım. Hoşgörüsü olan bir coğrafya. Ve tarihi birikimi İzmir’den ileridir bana göre. Mübadelede sadece Ayvalık’tan çıkan piyano sayısı neredeyse Anadolu’daki piyano sayısına eşit. Bu ilginç ve aynı zamanda çok şey ifade eden bir anekdot. Zeytin ağaçlarının üstlendiği misyonlardan biri de bir mübadele hasretliğini yaşatır.
“Zeytin ağaçlarının mübadele hasretliğini yaşatır” derken?..
Çünkü zeytin ağaçları köklüdür. Ve ben zaman zaman bu enerjiyle bir takım şiircikler yazarım. Mesela zeytin ağacını bir insan ve bir bilgeye benzeterek. Son zamanlardaki zeytin ağacına karşı olan tavır beni son derece rahatsız ediyor. Ben zeytin ağaçlarıyla konuşurum. Hem Ayvalık’ta hem de Datça’da zeytin ağaçlarının altında günlerce kaldığımı bilirler. Yaz aylarında onlarla büyük bir aşk yaşarım. Bir bilgeye danışır gibi onlardan mesaj alırım. Ve bu son günlerde zeytinle ilgili bu fütursuz davranışlarla ilgili bir zeytin ağacıyla konuşurken şunu dedi bana: “Ben bir zeytin ağacıyım/ tarihimi ben bilirim/ ilahi bir gözüm vardır/ olup biteni görürüm/ asırlara ben tanığım/ insan olana yanığım/ hainlerce ben sanığım/ köklerimde isyanım var./ Ben bir zeytin ağacıyım/ bana kıyan iflah olmaz/ köklerimi kazıyanın zürriyeti asla yürümez./ Ey benim ilahi gözüm/ köklerimde isyanım var/ köklerimde isyanım var/ köklerimde isyanım var.”
Bütün resimleriniz içinde ‘Kapılar’ serisi ayrı bir yerde duruyor. ‘Kapılar’ da ilhamını Ayvalık’tan alıyor değil mi?
Ayvalık’a ilk gittiğimde benim ilk ilgimi çeken Ayvalık kapıları oldu. Ve kapılar üzerindeki tokmaklar, renkleri adeta birer heykel gibi. Her birinin harmonisi, farklı bir anlatım dili var. Bu kapılardaki tokmakların desenlerini çizdim. Bu kapı mimarisinin o çekici, o gizemli kompozisyonlarını çizdim. Ve bu kapılara ve kapı tokmaklarına dair dostluk hissettim. Sonra Ayvalık’ı tanıdıkça zeytin ağaçları başka bir boyut olarak karşıma çıktı. Mesela Cunda’da 750 yıllık bir zeytin ağacı. Ve gövdesinde portreler var. Gerçekten portreleri gördüm. Yaşamış, deneyimli, bilge, kendine güvenen. Ve yılların birikimi yüzündeki çizgilerden belli. Salkım saçak bir zeytin ağacı. Böyle bir varlığı ıskalayamazdım.
Çok geniş yelpazede resimleriniz var. Anadolu coğrafyası, insanı, doğası, mitolojisi... Ve toplumsal olaylar... İlham kaynaklarınız çok geniş olduğu için mi böyle?..
Bu soru için teşekkür ediyorum. Sanatçı, çağına tanıklık yapan bireydir. Sanatçı, yarına bir şey bırakmaya kendini adamış bir fedaidir. Ve sanatçı kendini var eden değerlerin teknesinde kendini yoğurmalıdır. Ben akademide Bedri Rahmi’nin öğrencisi olarak, Anadolu aydınlanma düşüncesinin ne olduğunu gördüm ve Anadolu’nun çok derin bir kültürü olduğunu anladım. Bu büyük uygarlığın sözsel yazım alanındaki ifade edenlerini araştırdım. Azra Erhat’ı, Sabahattin Eyüboğlu’nu, Halikarnas Balıkçısı’nı buldum. Ve bu coğrafyanın büyük ozanlarını buldum: Pir Sultanlar, Karacaoğlanlar, Yunus Emreler, Dadaloğlu... Ve cumhuriyetle birlikte bu coğrafyada yetişen büyük sanatçıları; Nâzım’ı, Cemal Süreya’yı, Fazıl Hüsnü’yü, Can Yücel’i... Bütün bu saydıklarım beni besledi. Ve bu enerjiyi sanatseverlerle paylaşmak istedim. Nasıl? Resim yaparak. Benim hocam, bir şiirinde: “Ben şiirin hasını ayak seslerinden tanırım. Ne zaman bir Anadolu türküsü duysam şairliğimden utanırım” der. Biz bunları öğrenirken bir yandan da dünyada olup bitenlere sırtımızı dönmüyoruz. Ve beni, coğrafyamdaki acı olaylar ağlatırken, Afrika’daki bir acı olay da en az o kadar üzer.
Bedri Rahmi’nin etkisi çok üzerinizde, hem hemşehriniz hem de hocanız olarak. Nasıl bir hocaydı?
Bedri Rahmi, kıskanılan bir bireydi. Şairler kıskanırdı ve derlerdi ki yahu bırak resmini yapsın... Ressamlar da keşke hep şiir yazsa derlerdi. Oysa her ikisini de en iyi şekilde yapmıştır. Sizin aracılığınızla kayda geçsin isterim; Bedri Rahmi, bu ülkenin en özgün sanatçısıdır. Ve Bedri Rahmi’nin kesinlikle ciddi bir müzesi yapılmalıdır. Bedri Rahmi üzerine paneller, konferanslar, söyleşiler yapılmalıdır. Bedri Rahmi üzerine filmler çevrilmelidir. Eğer bunlar yapılırsa coğrafyamızı en iyi temsil eden şahsiyet olarak dünya bunu görür.
Bedri Rahmi yerelliği evrensel düzeyde kullandığı için mi için böyle düşünüyorsunuz?
Kesinlikle. Bedri Rahmi’ye ben sordum: “Hocam özgünlük nedir?” diye... Yıl 1969. Bu bir ders konusu oldu. Aynen şunu söyledi: “Reisler, -reis derdi bize- sarımsak yiyorsanız sarımsak kokarsınız, sarımsak yiyip lavanta kokuyorum demenin anlamı ve alemi olmaz, önce zamanı kandırdığınızı zannedersiniz, oysa ilk aldatılan sen olursun. Ve bir ömür boşa kürek çekersin. Ondan dolayı kendi teknende kendine ait hamuru yoğur. Senin olan şeyi ortaya koy. Yüzünü Anadolu’ya dön, orada aradığını bulursun.” Ondan dolayı bir ülke sanatçısına kesinlikle sahip çıkmalı, onu kucaklamalı.
Şimdi öyle bir şey görüyor musunuz?
Hayır, en zor dönemi yaşıyoruz. Kapımızı çalan yok...
‘Dağ Adam, Adam Dağ Dostuma Saygı’
Resimlerinizde düşsellik ağır basıyor. Sanki başka bir boyuttan bildiriyorsunuz, perspektifle ilgilenmiyorsunuz....
Bir gün bana ‘Ne iş yapıyorsun?’ diye sordular. Ben de duygu taciriyim, duygu alır duygu satarım dedim. Resmin oluşmasında üç temel öge birbirine bağlıdır. Bu kılcal damarlardan biri müziktir, diğeri şiir, diğeri renk. Bu üçlünün kaynaştığı yerde duygu en üst basamağa tırmanır. Ve düşsel bir dünyada kurguladığın atmosferi bir sunumla ortaya koyarsın. Benim resmimde objeler üstlendiği görevlere göre büyüklük sırasını alır, perspektif kurallarıyla ilgim yoktur. Ondan dolayı figür uçar, ağaç uçar, bir salyangoz bir koca zeytin ağacını sırtında taşıyabilir. Kullandığım her objenin dili, şiirselliği, bir mitolojisi ve masalsal açıdan üstlendiği görevler vardır, hiçbiri tesadüfen orada değildir.
Son olarak müzisyen kızınız Gaye Su Akyol’u sormak istiyorum. Kendine özgü bir tarz yarattı ve son dönemde hayli yükselişte. Bir iki kere sizi konserinde görmüştüm. Nasıl buluyorsunuz müziğini?
Armut dibine düşer derler. Gaye Su hemcinslerinin çok prototip bir örneği. Bunu kızım olduğu için söylemişorum, Gaye, Anadolu’nun tipik bir sesi. Yeni bir yol haritası keşfetti. Beğenilme endişesi taşımayan, tamamen özgün ve müzikal sesleri/ sözleriyle bizi anlatan bir mantalitesi var. Bakın, ben 55 yıldır resim yapıyorum, yaşım 72. Bu süre zarfında The New York Times ya da The Guardian’dan kimse benimle yarım sayfa röportaj yapmadı. Burada bir şey var. Demek ki Gaye’nin bir Türk olarak bunu başarması büyük bir sıçramadır. Ayrıca Gaye çok iyi bir ressam. Tuhaf bir şey, akademi eğitimi almadan. Geçenlerde konuşurken şunu söyledi: “Ben bebekken yağlı boya kokusu ile büyüdüm baba.” Ve çok iyi gidiyor. Ayrıca ülke meseleleriyle zekice mesajını vererek ilgileniyor. Budapeşte’de düzenlenen Sziget Festivali’nden -Avrupa’nın en büyük festivallerindenmiş- yeni döndü, yakın zamanda da Japonya’ya gidecek. Kendisinden çok büyük umutlarım var.
Muzaffer Akyol’un ‘Ayvalık Aşkım-Zeytin Ağacımın Türküsü’ başlıklı sergisi, 13. Ayvalık Kültür Sanat Günleri kapsamında 17 Eylül’e kadar Ayvalık Orhan Peker Sanat Galerisi’nde.