Güncelleme Tarihi:
Kendimizi normal hissedebilmek için neye ihtiyacımız vardır? Koşulları olduğu gibi kabullenmek midir doğrusu, yoksa bir gün değişebileceğinden ümidi kesmemek mi? Bedenimizin imkânları hayatımızı ne denli sınırlandırır? Kafka Kitap etiketiyle ve Seda Çıngay Mellor’un güzel çevirisiyle raflarda yerini alan ‘Başka Dünyanın Kuşları’, bedenin sınırlarına, kabul görmeye, normalliğe, kadınlığa, cinselliğe ve dostluğa dair nice soruyu önüne katarak usul usul akan sıradışı bir yaşam hikâyesi.
Yazarın büyük teyzesinden ilham alarak kurguladığı Jane Chisolm karakteri, üç yaşındaki oğullarını kaybetmenin ardından çocuk defterini kapadığını düşünen bir anne-babanın kızı olarak, Mississippi kırsalında bir çiftlikte 1915’te dünyaya gelir. Doğar doğmaz yapılan ilk muayenede doktor, Jane’in cinsel anatomisinde bir anomali fark eder. Oldukça nadir rastlanan bu durum, Jane’in sık sık altına kaçıracağı, erkeklerle cinsel birleşme yaşayamayacağı ve hamile kalamayacağı anlamına gelmektedir. Kadınlardan başlıca beklentilerin evlilik ve cinsellik ekseninde olduğu bir dönemde, ‘görevlerinin’ hiçbirini yerine getiremeyecek bir kız çocuğu bu dünyada kendine bir yer bulabilecek midir?
Ablası Grace ve kendisine hayatı boyunca kol kanat geren Dr. Thompson haricinde hayli yalnız bir dünyası olan Jane, 5-6 yaşlarına geldiğinde “kendisini gizli, sessiz bir yaratık, sanki (...) insan, çocuk, kız değil de daha ziyade bilinemez bir şeyin hayaleti” gibi hisseder. İçinde duyduğu bu yabancılıkla barışmak veya savaşmak arasında ömrü boyunca gidip gelecek, yanıtları bazen doğadaki hayvanları bazen de yakın çevresindeki insanları gözlemleyerek arayacaktır. Solungaçsız balıklara ne olduğunu merak edecektir örneğin. Suyun yüzeyine sürüklenip ölürler mi acaba? Sahi ne olur, Jane gibi solungaçsız balıklara?
Jane bedenindeki kusurdan ibaret değildir oysa... Hiçbirimizin öyle olmadığı gibi. Okula gitmek ister. Hayalleri, özlemleri olur. Kalbi kırılır. Yasakları çiğner. Şehvete kapılır. Bir oğlanla ilk defa dansa gideceğinde altına kaçırmamak için iki gün neredeyse oruç tutması gerekse de o heyecanı, coşkuyu her genç gibi yaşar. Erkeklerin ilgisini çeker, flört etmenin zevkine varır. Âşık olur. Kendisini gerçekten açtığında, karşı tarafın ondan soğumasından korkar. Sevdiklerini kaybeder... İçinde gizli kalmış normalliği, bedeninin izin verdiği ölçüde, dış dünyayla buluşturmaya çalışır.
Doğumundan yaşlılığına kadar eşlik ettiğimiz Jane Chisolm, kusursuz bir bedene sahip olma baskısını belki her zamankinden çok hisseden günümüz okuruna, toplumda kabul görmek için verdiği mücadeleye dair pek çok şeyi hatırlatacaktır. Sosyal medya aracılığıyla çevremizi gizlice izleyerek, gözleyerek bizde nelerin farklı veya yanlış olduğunu anlama saplantımız, bedenimizle olağanüstü meşguliyetimiz ve kadın olmanın anlamına dair tartışmalar düşünüldüğünde, bizden çok önce, bambaşka bir yerde yaşamış bu kadının öyküsü aslında içimizde çok tanıdık yerlere denk düşmekte. ‘Başka Dünyanın Kuşları’, okurda iyi hisler uyandırmak için yaratılmış ümitvar bir başarı öyküsü değil. Her bir karakterin hikâyesi, melodrama kaymayan dokunaklı bir gerçekçilikle anlatılmış. Hepsinin kendi içinde bir çabası, pişmanlıkları, arzuları, gülümseten anıları var. Hepimiz gibi... Hepimizin, kendi sınırları dahilinde, bu hayatta var olmaya çalıştığı gibi. Ne de olsa, “hayat bu açıdan da, herhangi başka bir açıdan da adil değil. Kimsek kimiz, neysek oyuz. Bu işler böyle.”