Güncelleme Tarihi:
Yeni kitabınız ‘Yalnızlık Kime Benzer’ adı üzerinde, yalnızlık üzerine. Adını bilmediğimiz yazar kahraman, sevgilisi Lal’in onu terk etmesi üzerine bir odaya kapanıp geçmişi hatırlıyor ve yeniden kuruyor. Neden bir odaya kapattınız yazarı?
Çünkü yaşadığı aşk acısı çok beklenmedik. İnsan böyle beklenmedik bir acıyla karşılaştığında bu tür seçimler yapabilir. Kendini bir odaya kapatabilir ya da bulunduğu yeri terk edip başka yerlere gidebilir. Kahramanımız, romanın başından sonuna dek, sevgilisiyle yaşadıklarını o anda yaşanıyormuş gibi aklından geçiyor; bu arada bazı yazarlar ve roman kahramanlarıyla da düşsel ilişkiler kuruyor. Ama dışarıdaki dünyaya karşı da ilgisiz değil. Dışarıda, sokaklarda yaşananlara karşı da tepkileri var.
Böylesi melankolik bir yaşantı bir yazar için ideal bir hal neredeyse. Bu duyguyu özellikle mi vermek istediniz?
Hayır. Ama kitaplar ve yazarlarla yaşayan ve onları iyi tanıyan bir okur ve yazar canlandırmaya çalıştım. Bu açıdan bakılırsa, ilk romanım ‘Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz’un kahramanı ile bu adsız kahraman arasında bazı benzerlikler olduğunu söyleyebilirim. Oradaki Sinan da siyasal geçmişinde yaşadığı acılardan sonra şehri terk edip uzak bir kıyıda kendine yeni bir hayat kurmaya çalışıyordu. Sinan yenik düşüyordu; bu romanınsa ucu açık.
Peki neden yalnızlık üzerine kurdunuz romanı?
Romanın kahramanı bir yerde melankoliden söz ediyor. Hekimlerin melankoliyi hastalık gibi gördüğünü ve aslında onu hiç anlamadıklarını söylüyor. Melankolinin, yalnızlığın yoğun bir hali olduğunu anlatıyor. Romanın hareket noktası bu.
Siz de mi aynı fikirdesiniz?
Evet, melankolik değilim ama yalnızlıkla yoğun bir ilişkim var. Yalnızlık insanı insan yapan yaşantılardan. İnsanın yalnızlığı içinde yaşamak için doğduğunu düşünürüm, başkalarıyla yaşamak için değil.
Başucu yazarlarımı tekrar tekrar okurum
J. D. Salinger, Octavio Paz, Julio Cortázar, Gabriel Garcia Márquez, Samuel Beckett, Oğuz Atay gibi nice yazar… ‘Yalnızlık Kime Benzer’de edebiyatın dev isimlerinin resmigeçidi var. Onlar da kitabın birer kahramanı haline gelmiş. Bu isimler neden girip çıkıyor kitaba?
Çünkü romanın adsız kahramanı, bazı yazarlar ve roman kahramanlarıyla gerçek kişilermiş gibi ilişki kuruyor. Kafelerde oturuyor, onları izliyor, onlarla oturup konuşuyor. Bu isimleri seçmemin bir sebebi var elbette. Romanda adı geçen yazarlar ve kurmaca kişiler de yalnızlığı yazmış ya da yaşamış kişiler.
Özellikle Octavio Paz’ın ‘Yalnızlık Dolambacı’ndan bahsederken, roman kahramanın eski arkadaşları, giriyor devreye; kitabın okunduğu günler hatırlanıyor. Paz’ın ve diğer isimlerin sizin üzerinizde böyle etkileri var mı?
Octavio Paz benim gençliğimin yazarı. ‘Yalnızlık Dolambacı’nı birbirimize okur ve okuturduk. Sevgili arkadaşımız Ahmet Erhan’ın iki başucu kitabından biriydi o yıllarda. Bu kitap çevresinde geçen kişiler ve olaylarda benim geçmişimden de izler var. Ama adı geçen tüm yazarlar için geçerli değil bu. Samuel Beckett, Thomas Bernhard ve Georges Perec anlayış olarak bana yakın yazarlar değil örneğin. Ama romanın kahramanı onlarla yalnızlık duygusu ve düşüncesi çevresinde ilişki kuruyor.
Sizin de roman kahramanı gibi, tutkuyla, döne döne okuduğunuz isimler vardır muhakkak. Kim onlar?
Olmaz mı? Bu yazarların bazılarıyla yaşıyorum gerçekten. Böylesi tutkunu olduğum yazarlardan biri, öyküleriyle de romanlarıyla da Cortazar. En sevdiğim Latin Amerikalı. Hatta Latin Amerikalıların en büyüğü bence.
Bir yandan da en Avrupalı Latin Amerikalı.
Evet. Onu kendime çok yakın hissediyorum. Yazdıklarını okuduğum zaman, onların içinde yaşıyormuş gibi hissediyorum.
Cortazar’dan başka isimler de sorsam?
Bizim edebiyatımızda Vüs’at O. Bener, Ferit Edgü örneğin… Neredeyse yazdıklarına her gün bir göz atarım. Bazen bir paragraf, bazen bir sayfa. Kendilerinden çok şey öğrendim. William Faulkner ve Virginia Woolf da edebiyat anlayışımı değiştirmiştir. Yenilerden, Philip Roth, Per Petterson, David Constantine, Ralf Rothmann. Hemingway, öyküleriyle. Aklıma gelenler. Nabokov’un, her iyi okur ve yazarın düstur edinmesi gereken çok güzel bir sözü vardır: ‘Bir roman ancak yeniden okunur’ der Nabokov. Onun bu sözünü tutarum.
Bir defa okuma keşfetmeye yetmiyor sanırım.
Evet, ilk okuma o romanı gerçekten okumak değildir. Hakkını vermek için yeniden okumak gerekir. Ben kendi başucumda bulunan yazarları ve kitapları hep yeniden yeniden okurum.
Kahramanınız içinde yaşadığı topluma karşı hayli öfkeli; onu acımasız ve hoyrat buluyor. Şu cümle çok vurucu örneğin: “Bu toplum, bizi alabora etmek için üstümüze yürüyen bir gündüz-gece şeytanı, istediği korku için bir anda binlerce kişiyi hiçbir şey hissetmeden yok edebilir.” Bugünler ne kadar var kitapta?
Yakın geçmişte yaşadıklarımız da anlatının bazı yerlerinde ucundan da olsa romana girdi. Siyasal, toplumsal göndermeler var. Çünkü adsız kahramanımız dıyarıda yaşanan kıyımlara ve kıyamlara duyarlı. Bu arada içinde yaşadığı toplumun sahip olması gereken değerlere çok uzak olduğunu düşünüyor. Bunun acısını da yaşıyor.
Toplumla, sokakla ilişkiyi, birçok yerde kendisinin 40 yıl önceki siyasi mücadelesine referanslarla kuruyor.
Doğru, aynı zamanda o düşünceler içinde yaşıyor. Bizim yaşadığımız sıcak mücadele yıllarında da bu toplum kendini idealleri uğruna feda eden insanlarına karşı duyarlı değildi ama bu kadar acımasız da değildi. Her şeyin zamanla bozulduğu gibi toplum da kötüye gitti, çürüdü. Artık bu toplumun iyileşmesinin neredeyse olanaksız olduğunu düşünüyorum.
Neden?
Kendi bireysel özgürlüklerini yaşayamayan insanlardan kurulu bir toplumun olumlu değerlere sahip olabileceğini düşünemiyorum. Hastalıklı, arızalı ve kötücül bir toplum bu; pencereden dışarı baktığında görebiliyorsun zaten. Televizyonu açmak, haberleri okumak bile zor gelmiyor mu artık sana da?
YALNIZLIK KİME BENZER
Semih Gümüş
Can Yayınları, 2017
117 sayfa, 12 TL.