Güncelleme Tarihi:
Rachel Cusk roman ve anı kitaplarında kadın temasını öne çıkarmış, romanlarındaki hikâyelerde kadınlık deneyimlerini anlatmıştı. ‘Outline Üçlemesi’ ile öznelliğini geri plana itecek -gizleyecek- yeni bir anlatı formu geliştirmeye çalıştı. Üçlemenin ilk kitabı ‘Çerçeve’de tanıştığımız roman kahramanı ve anlatıcı -Faye- bu arayışın ürünüdür. Faye, Cusk’a benzeyen bir kadın karakter -orta yaşlarını süren bir yazar, yakın zamanda boşanmış, iki çocuk sahibi bir anne... Bu yazı içerisinde Faye ismi sıkça geçebilir, oysa Cusk, kahramanını üçlemenin her bir romanında sadece birer kez isimlendiriyor. Böyle bir tercih isimsizlik izlenimi vermek, Faye’i belirsiz kılmak için yapılmış. Aslında yeni bir teknik sayılmaz; kurgu ile otobiyografi arasındaki engebeli araziyi, isimsiz bir anlatıcının diğerleriyle etkileşimi yoluyla aşmaya çalışna W. G. Sebald’ın ya da Karl Ove Knausgaard’ın ‘oto-kurgu’suna yakın bir teknik.
Oto-kurgu derken otobiyografiyi kastetmiyorum. Evet, 2011’de yaşadığı boşanma Cusk anlatılarının ana teması olmuş, ‘Çerçeve’ Cusk’ın kendi evliliğinin dağılmasının öyküsünü anlattığı ‘Aftermath’ adlı otobiyografisinin ardından yayımlanmıştır ama tıpkı Sebald’ın ve Knausgaard’ın anlatıcıları gibi, Cusk’ın anlatıcısı da hem yazarına benzer hem de ondan farklıdır. Faye kendisi hakkında çok az şey anlatır, anlattıkları karşısındakileri konuşturmaya sevk etmek amacını taşır. Dünyada olup bitenler hakkında bile çok şey söylemez; başkalarını dinler, onların anlattıkları ya da dışarıdan gelen görüntü ve sesler hakkında iç sesiyle yorumlarda bulunur. Ancak bilincinin derinliklerine nüfuz edilmez. Bu ‘hayalet’ anlatıcının varlığı başkalarının hikâyeleri aracılığıyla hissedilir. Soruları soran, anlatıları süzgeçten geçiren odur. Roman ilerledikçe monologlar, hikâyeler birbirlerine dolanacak, bir hikâye bir başka hikâyenin anahtarı olacak, katmanlar derinleşecek ve anlatıcı ancak bu andan sonra cisimlenecektir...
‘Çerçeve’de bir uçak yolculuğu sırasında, yazarlık atölyesinde ders vermek için Atina’ya yol alırken tanışmıştık Faye ile. Evliliğiyle ilgili sıkıntılarından haberdar olmuştuk. ‘Geçiş’te boşanmıştı ve yeni bir eve taşınma telaşı içindeydi. Bu sayede göçmen inşaat işçileri eşliğinde Londra’da dolaşmıştık. Yeni romanı ‘Övgü’de, Faye yine bir uçak yolculuğunda. Bir edebiyat festivali için Brexit’in gölgesindeki İngiltere’den Avrupa’nın güneyine seyahat eden Faye, mekânlar arasında mekik dokurken bir yandan da yazarlar, yayıncılar, çevirmenler ve gazetecilerle sohbet edecek. Aslında sohbet zinciri uçaktaki koltuk komşusuyla başlayacak. Sohbet -görünüşte- adamın yakın zamanda yitirdiği köpeği hakkında. Ancak aile ilişkilerine, evliliklerdeki rollere, sevgi ve bağlara doğru derinleşen ve dönüp dolaşıp Faye’e, kadının yaşadığı sorunlara değen bir konuşma bu. Festivalin yapıldığı kente geldiğimizde konuşmalar çeşitleniyor. Günümüzde sanatın ve edebiyatın işlevi, evlilik ve aile, özgürlük ve adalet gibi konulara temas eden bu konuşmalar günümüz edebiyatı ve Cusk’ın edebiyata bakışı hakkında derinlikli ipuçları barındırıyor. Öte yandan bir gündelik hayat eleştirisi olarak da önem taşıyor. Faye’in hayatıyla ilgili sis perdesi ise çok az aralanıyor. Yeniden evlendiğini, bir oğlunun babasının yanında kaldığını öğrenmekle birlikte ayrıntılara hiç girmiyor Faye. Mutlu olup olmadığını bile kestiremiyoruz. Roman “erkeklerin açık ve gizli güç gösterileri içinde kadınların nefes alma çabasının giderek daha çok belirginlik kazandığı” metaforik bir kapanışla sona eriyor.
Rachel Cusk, 2005 yılı Man Booker Ödülü de olmak üzere pek çok önemli ödülün kısa ya da uzun listesinde yer almasına rağmen hiçbir büyük ödül kazanamadı. Bazı eleştirmenler bunun şaşırtıcı olduğunu, Cusk’ın genellikle aile hayatı etrafında kurgulanan romanlarında politikaya ve sosyal eşitsizliklere yer vermediği için ‘cezalandırıldığını’ ileri sürüyor. ‘Övgü’de politikaya ve sosyal eşitsizliklere biraz daha ağırlık verdiği söylenebilir. Ancak bu romandaki merkezi temalar gitmek ve kalmak; ki söz konusu temaları aileler, evlilikler, ilişkiler, İngiltere ve Avrupa bağlantılı sosyal durumlar etrafında yineleniyor. Bir başka önemli tema ise yaşam tarzlarımızdaki sahtekârlıklar. Temaya vurguyu önce romanın ismiyle yapmış Cusk. Romanı için seçtiği ismi -roman içinde- şöyle açıklıyor; “Kudos, sözlük anlamı bakımından ‘ödüller’ anlamına gelir olmuştu; oysa sözcük özgün haliyle yan anlam olarak daha geniş bir anlamı, takdir veya övgü anlamını ifade ederken, bir yandan da başkasının haksız yere kendine mal etmek istediği şey anlamını ima edebiliyordu.” İşte bu kelimenin barındırdığı çelişki, anlatılar boyunca kendisini hissettiriyor. İnsanların görünüşleri ve gerçekte nasıl hissettikleri üzerine kafa yoran Cusk, hem kurgu hem yaşam yanılsamalarını açığa vurma çabasında.
Behçet Çelik, üçlemenin ilk iki kitabı için kaleme aldığı yazıda, çok iyi özetlemişti: “Rachel Cusk’ın birbirine bağladığı, değdirdiği ya da iç içe geçirdiği sayısız hikâyenin bütününden ortaya çıkan da sanırım, hayatımız, kendimiz, benliğimiz dediğimiz şeyin pek de sabit bir şey olmadığı, ‘geçiş’ halinde olduğu. Hatta belki de bir ‘çerçeve’den ibaret. Bunun içini türlü çeşit yollarla, en çok da başkalarıyla ilişkilerimiz vasıtasıyla dolduruyoruz -tabii ki kendimize ve başkalarına bu çerçeveyi nasıl doldurduğumuza dair anlattığımız hikâyelerimizle de.” Son romanı için bir ekleme yapalım; bu hikâyelerimizle kendimizi başka bir hayat yaşadığımıza inandırmaya, hak etmediğimiz övgüler toplamaya çalışıyoruz.
ÖVGÜ
Rachel Cusk
Çeviren: Lâle Akalın
Yapı Kredi
Yayınları, 2019
144 sayfa, 15 TL.