Güncelleme Tarihi:
Şu günlerde kitaplığımdaki biyografi ve anı kitaplarımı kontrol ediyorum. Kitaplığımdan onları indirmemin bir nedeni de, orada yer alanların kaçını uzaktan, kaçını yakından tanıyorum diye bakmak istemem. Bir tür testle oyalanıyorum. Günver Otmanbölük’ün ‘Babıâli’nin Yarım Asırlıkları’ kitabını varaklamaya başladım.
Edebiyatçıların, sanatçıların biyografi kitapları vardır, ansiklopedilerde yer alırlar ama gazetecilerin böyle bir şansları yoktur. Özellikle vitrinde görünmeyen adların ‘kim kimdir’ türde kitaplarına pek rastlanmaz.
Yazar önsözde kitabını şöyle tanıtıyor:
“Babıâli’nin Yarım Asırlıkları’nda hem ustalarımızın meslek hatıralarını derlemeye hem eski gazeteciliği yansıtmaya çalıştık. Ayrıca anekdotlara yer verdik. Kitabın son bölümünü İkinci Dünya Savaşı sırasında uygulanan yayın yasaklarına ve kısıtlamalarına ayırdık.”
Kitapta 24 gazeteci yer alıyor.
Mahmut Yesari’nin romanlarını nasıl yazdığını, bir gazete manşetinde ‘Gazi Hazretleri’ yerine ‘Mazi Hazretleri’ yazıldığını Niyazi Ahmet Banoğlu anlatmış.
Şimdilerde pek rastlanmayan düzeltme hatalarının birçok kimsenin başına dert açtığına ben de tanık olmuşumdur. Eski dönemin gazete idarehanelerinin bazılarını gördüm, şimdiki konfordan eser yoktu.
Mahmut Yesari ilk yazısını getirmiş, ünlü bir yazar ona demiş ki: “Yazacağın bir şey varsa biz yazalım.”
Bazı önemli roman yazarlarını, gazetecileri yazmaya teşvik eden gazete sahibi kimdi? Reşat Nuri Güntekin’i ‘Çalıkuşu’nu roman olarak yazmaya, İbrahim Alâeddin Gövsa’yı ansiklopediler hazırlamaya Sedat Simavi teşvik etti.
Geçmişteki gazete sansürlerini, haberi tepeden yönlendirme günlerini görmek için, yalnız basın tarihi açısından değil gazeteciliğin serüvenleri açısından bugün de okunması gereken bir kitap.
Şimdilerde yapılmayan bir tarz. Bir gün bir liman muhabiri İngiliz Filosu’nun nasıl toplarla karşılandığını yazmış. Ne var ki filonun ziyareti bir hafta ertelenmiş...
Ressam Elif Naci hem müze yöneticisiydi hem de Cumhuriyet’in arşivinin başındaydı. Elif Naci’nin esprilerini hepimiz severdik; şık giyinirdi, herkesle dalga geçerdi. Cumhuriyet’te sanata da yer verilmesini sağlardı.
Hikmet Feridun Es’i de yakından tanıdım, ayrıldığı Hürriyet’e, Çetin Emeç yönetiminden sonra dönmüştü. Röportajları çok okunurdu. Rekorunu da yazmalı: 59 yılda 17 defa dünya turu yapmış.
İyi fotoğrafçı, tatlı dilli Selâhattin Giz’i de Cumhuriyet’te tanıdım. Bu kitabı okurken, önceki yıllardaki çalışma koşullarının nefes nefese olduğunu anımsadım.
Nadir Nadi uzun yıllar Cumhuriyet’in başyazarlığını yaptı, onu yakından tanıdım; ciddi görünüşünün ardında espriler yapan bir insandı.
Tahsin Öztin de herkesin saygı duyduğu bir addı.
Şevket Rado’yla da hocam Türkân Rado’yu ziyaretlerimde görüştüm.
Samih Tiryakioğlu ile de çevirmen olduğu için konuşurduk.
Bu kitap sadece içinde yer alan kişilerden dolayı değil, basın tarihi için de önemli bir belge...