Güncelleme Tarihi:
Büyük şair Nâzım Hikmet’in “Resmin Yunus Emre’si” dediği Balaban, kalça kemiği kırıldığı için 15 gün önce kaldırıldığı hastanede, dün sabah çoklu organ yetmezliğinden hayatını kaybetti. Resimlerinde Anadolu insanının yoksulluğunu, renklerini ustaca resmeden Balaban doğduğu Bursa Seçköy’e defnedilecek. Balaban için yarın Nâzım Hikmet Kültürevi’nde saat 11.00’de tören düzenlenecek. Ardından Şişli Camisi’nde cenaze namazı kılınacak ve köyüne götürülecek.
Resim yapmayı kendi kendine ve Bursa Hapishanesi’nde tanıştığı Nazım Hikmet’ten öğrenen İbrahim Balaban, 1921’de Bursa’nın Seçköy ilçesinde doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra çobanlık, tarım ve taş kırma işçiliği yaptı. 1937 yılının son günlerinde, henüz 16 yaşındayken hintkeneviri yetiştirmek suçundan cezaevine girdi. Cezaevinde kendini avutmak için resim çizmeye başladı. Resimlerini zeytinyağına batırdığı renkli kalemlerle yapıyordu. 6 ay hapis ve 16 bin lira da para cezasına çarptırıldı. Ödeyemediği para cezası 3 yıl hapse çevrildi. Cezasının bitmesine çok az bir zaman kala 4 mahkûmun saldırısına uğrayan Balaban, cezaevinden çıktıktan sonra evlendiği gün düğün evini basan hasmını öldürdü ve yeniden cezaevine girdi. 1942 ile 1944 ve 1947 ile 1950 yılları arasını Bursa Cezaevi’nde geçirdi.
Cezaevindeyken önce babası Hasan Çavuş’un cinayete kurban gittiği, daha sonra da doğumda karısının öldüğü ve çok kısa bir süre sonra da çocuğunun ölüm haberlerini aldı. Balaban, Bursa Cezaevi’nde kendisinden 20 yaş büyük olan Nâzım Hikmet ile tanıştı. Onun desteği ve ilgisi sayesinde resim yeteneği ortaya çıktı ve gelişti. Nazım Hikmet, ‘Mahpushaneden Kemal Tahir’e Mektuplar’da “Ben burada bir ressam Yunus Emre keşfettim. Köylü, orta köylü, köy mektebinde okumuş, berberlik ediyor içerde. Ben resim yaparken başımdan ayrılmaz, nihayet bir gün boya istedi, verdim ve ilk iş olarak aynada kendi resmini yaptı. İkinci portre bir şaheserdi ve şimdi üç aydır şaheser portreler yapmakla meşgul. Bütün boyalarımı ona verdim” diye yazmıştı.
Daha sonra Nazım, Balaban’ın ‘Harman’ tablosundan esinle şu dizeleri kaleme almıştı: “Seçköy’ünden Feyzioğlu Ali’nin kızı / harman yerinde su döküyor dombaylara. / Dombaylar kızgın tuğladan / dombaylar kırmızı kara. / Ben de dombaylar gibi, / eydim kafamı toprağa. / Su dök! / serinleyeyim!”