Güncelleme Tarihi:
İslam Çupi, basın tarihimizin en renkli, en fiyakalı kalem ustalarındı... Oyuna futbol tünelinden dahil olur, yazısı boyunca sahada basılmadık yer bırakmazdı. Hücum zenginliğini tek bir kanada yığmaz, sağlı sollu hamlelere soyunur, ince bilek hareketlerini sıkça ortaya koyar ve okumaya doyamadığınız metinlerle dağarcığınızdaki en mutena köşede yerini alırdı... Meslek yaşamı boyunca Babıâli’ye farklı pencerelerden baktı: Son Havadis, Türkiye Spor, Yeni İstanbul, Akşam, Tercüman gibi limanlarda dolaştı ve nihayetinde yazı serüvenindeki jübilesini Milliyet’te yaptı.
Öncelikli kimliği ‘spor yazarı’ ve Fenerbahçe tutkusuydu. Ama onun kaleme aldığı metinlere göz atanlar farkında olmadan yazısının sınırlarının ‘güzel oyun’ diye tabir edilen sporun çizgilerinden sık sık taştığını, hayata, yaşadığı şehre, onun kendine özgü güzelliklerine, detaylarına uzandığını, kaleminden bazen sokakların tadının, bazen eski bir İstanbul beyefendisinin nefasetinin yansıdığını fark ederlerdi. Onun metinleri gazete sütunlarına sıkışma tehlikesi yaşamadan, klasik deyişiyle yerelden evrensele, futboldan genele uzanan bir perspektifin ifadesine dönüşen yazı denizleriydi. Yer yer zamanının ötesine taşan ufkunun emareleriyle süslü metinleri daha sonra birkaç kitaba dönüştü ve en azından tarihsel açından kalıcı eserler haline geldi.
KİŞİSEL TARİH EŞLİĞİNDE...
Sağlığında yazılarının toplandığı tek bir kitabı olan ‘Hey Gidi İstanbul’, 1995’te Çınar Yayınları tarafından basılmıştı. 2001’de aramızdan ayrılıp sonsuza intikal ettikten sonra spor yazıları da kitaba dönüştürüldü ve İletişim Yayınları çatısı altında (Barış Karacasu-Kıvanç Koçak ikilisi derlemişti) okura ulaştırıldı. Bu seri ‘Futbolun Ölümü’, ‘Olaylar, Sağbekin Lahana Dolmasını Yemesiyle Başladı’ ve ‘Mağlubu Anlatmak’ adlarını taşıyan üç güzide adımdan oluşuyordu.
Ve yıllar sonra usta kalemin yazıları tekrar okurla buluşuyor. ‘Hey Gidi İstanbul’ bu kez Türkiye İş Bankası-Kültür Yayınları aracılığıyla huzurlarımızda... Çupi’nin 90’lı yılların başında Milliyet gazetesinde yayımlanan metinlerinden oluşan ve editörlüğünü Kansu Şarman’ın yaptığı bu derleme genel bir çerçevede gözlerimizin önünde onca değeri her gün eksilen, yok olan, kaybolup giden bir büyük mirasa, bir koca kente dair güzellemeler içerdiği kadar kuşkusuz hüzünlü tonlar da taşıyor. Kitapta yer alan metinlerin özelliği elbette ki yazarının penceresinden kaynaklanan özel zenginlikler içeriyor. Durumu şöyle özetleyeyim: İstanbul’un kendisi fazlasıyla güzel, kitap bu güzelliklere kendi perspektifinden bakarken akıp giden bir üsluba sahip yazarın dokunuşlarıyla her bir satır daha kıymetleniyor, daha da zenginleşiyor. Çupi şehre duygusal, kültürel reflekslerle, daha da önemlisi kendi kişisel tarihi eşliğinde bakıyor. Örneğin ‘Cadde’ başlıklı yazısında bu refleksler şöyle kıyıya vuruyor: “İstiklal Caddesi’ne çıkıyorum yine arada sırada. Dolaşıyorum ama 18 yaşında değil yeni 63 yaşımda. 18 yaşımda bulduklarım, 63 yaşımda kaybettiklerimle bir İstanbul kumarı oynuyorlar.”
HİKMET ABİMİZLE OLAN DOSTLUK
‘Hey Gidi İstanbul’da Çupi’nin kalemi kadim kentin dokusunda, ruhunda dolaşırken ‘sesler, yüzler, sokaklar’ enfes betimlemelerle, özel olarak damıtılmış anılar ve tarihsel notlarla önümüze düşüyor. Örneğin yazar İstiklal Caddesi’ne ve bu özel kent dokusunun anıtsal yapılarına uğrarken kendi kişisel hatıralarından da izler düşüyor. Keza sinema olgusu (ki derin bir sinema bilgisi var), artık tarih olmuş, bizler içinse her daim mabet görevi üstlenen Emek Sineması, mekânın abide kişiliklerinden ‘rahmetli’ Hikmet (Dikmen) abimizle Çupi’nin özel dostlukları. Nevizade Sokak’taki Kadir’in yerine uzanan muhabbetleri, ‘Rejisör’ başlıklı yazısında tanıttığı Beyoğlu’nun enteresan tiplemelerinden birinin portresi, eski güzelliklerini ve kentin sakinleriyle buluşma şansını yitiren plajlar vs... Kitapta her biri ayrı bir kalem lezzetiyle karşımıza çıkıyor. Yine bir alıntı yapayım: “Ondan sonraki yıllarda (1970-75’leri kastediyor), İstanbul gibi dünyanın ummana en yakın kenti, deniz ondan, o denizden uzaklaştı.”