Güncelleme Tarihi:
Göktuğ Canbaba, kimileri için yeni bir isim olabilir. Son birkaç yılda çocuklar için yazdığı kitap serileriyle hayal gücünün sınırlarını zorlayan Canbaba’nın ilk yetişkin kitabı ‘Ozan’ın Şarkısı’nın üzerindense 10 yıldan fazla zaman geçti. Kendisiyle tanışmamış olanlar için yepyeni bir keşif imkânı sunan yeni romanı ‘Ben, Babam ve Diğerleri’ ile bir kere daha yetişkin raflarına çıkıyor. Roman, Canbaba’yı tanımayanlar için tanışma, özleyenler için kavuşma fırsatı.
‘Ben, Babam ve Diğerleri’ kocası tarafından aldatılmış bir kadının hikâyesini anlatacakmış gibi yapsa da mevzu aslında çok daha derin. Düğün fotoğrafçısı Sibel, etrafındaki diğer herkesin kendisinden beklentileri çok daha yüksek olmasına rağmen inadına bu işi seçmiş, yaptığı işte de isim yapmayı başarmış bir iş kadını. Kendi ayakları üzerinde durabilen, güçlü şehirli kadın imajıyla karşımıza çıkan Sibel’in dışarıdan bakan herkes için ideal görünebilecek hayatı bir gün çok âşık olarak evlendikleri Kaan’ın başka bir kadınla ilişkisini itiraf etmesiyle altüst olur.
Herkesin hayatında zorlandığı, pes etmeye yaklaştığı ya da vazgeçtiği anlar olur. Sibel de tam bu eşiğe geldiği sırada, her şeyi tersine çevirecek bir gelişme olur. Ve bir panda belirir. Evet, bir panda. Üstelik bildiğiniz türden pandalara da benzemeyen bir panda bu. Küfürbaz, sigara tiryakisi, rakı seven, utanması çekinmesi olmayan bir panda. Başlangıçta ne olduğunu anlamayan Sibel, tam bu muammanın sırrını çözmeye girişmişken, bir de annesinden duyduklarıyla iyice sarsılır. Babasının heykeltıraş, annesinin ressam olduğu sanatçı bir ailede büyüyen Sibel, çocuk yaşta vefat eden babasını hayatı boyunca affetmemiştir. Annesinden duydukları ise yüreğine yerleşen bu öfkeyi başka bir yerlere taşımaya gebedir.
Bir yanda geçmişin hayaletleri, bir yanda ne idüğü belirsiz bir panda, diğer yanda ise kucağında hayal kırıklıkları ile kalakalmış Sibel’in hikâyesi için kesinlikle trajik değil diyerek işe başlamakta fayda var. Zira Canbaba’nın gençlik fışkıran kalemi kitabın ruhunu da kendi gibi dinamik ve sürükleyici bir boyuta taşıyor.
Annesi ile karşılıklı eteğindeki taşları döktüğü gecenin ardından hayatını, daha önce hiç okumadığı bir kitabı raftan alır gibi eline alan Sibel, belki de ilk defa kontrolü bu kadar kendinde hisseder. Bu keşif yolculuğunda evvela çocukluğundan hayal meyal hatırladığı bir yüzün peşine düşer. Attığı her adım onu babasının sırlarına da biraz daha yakınlaştırmaktadır.
Adeta bir şövalye gibi hayatına giren panda ise tüm bu süreçte hem Sibel’in en yakın tanığı hem de can yoldaşıdır. Absürdlüklerin birer birer normalleştiği hikâyede tuhaf olan her şey tanıdık hale gelmeye başlarken, gün yüzüne çıkan hakikatler de birer yabancılaştırıcı unsur olarak kendi dilemmasını yaratıyor. Tüm bunlar olurken diğer yandan Kaan’a dinmeyen öfkesi ve hayal kırıklığıyla yanıp tutuşan Sibel’i, öğrendikleri bambaşka bir insana dönüştürüyor. Söz konusu ayrılıkla yüzleşmek olduğunda ise okur için adeta bir sol kroşe geliyor.
Göktuğ Canbaba kitap boyunca kendine has muzip ve oyuncu anlatımından ödün vermeden sürdürüyor hikâyesini. Öyle ki pandanın sahneye çıktığı her an sanki perdenin arkasından gülümseyen Canbaba’nın yüzünü de görür gibi oluyorsunuz. Sürprizlerin ardı arkasının kesilmediği, okurunu her daim hayretler içinde bırakan -iyi anlamda tabii- ‘Ben, Babam ve Diğerleri’ alışılmış aile melodramlarının çok ötesinde. Kitaptan çıkan ders; hayatta insana neyin iyi geleceği belli olmaz, bazen de bir panda şifacınız olabilir.