Güncelleme Tarihi:
Birkaç gün önce Ali Nesin’den bir e-posta geldi. Kısaca, Nesin Vakfı arazisinin genişleme ihtiyacından söz ediyor ve satılığa çıkan bitişik arsayı aldıkları takdirde 14 dönümden 22 dönüme ulaşacaklarını ve bunun gerçekleşmesi için destekte bulunulmasını istiyordu...
Aziz Nesin’in dişinden tırnağından artırdıklarıyla kurduğu Nesin Vakfı’nın bugün geldiği noktaya baktıkça büyük ustaya saygım, sevgim daha da artıyor. Türk edebiyatının keskin zekâlarından biriydi Aziz Nesin. O zekâya çok kere tanık olmuştum...
Bir keresinde, İsmail Cem’in yönettiği ABC dergisinde onun ‘Camgözler’i hakkında bir yazı kaleme almıştım. Ertesi gün ziyarete geldi. Yazıyı çok beğendiğini ve teşekkür etmek için geldiğini söyledi. Ancak hemen ardından ‘eleştiri’sini ekledi. Genellikle her kitap hakkında olumlu şeyler söylediğimi ve beğenmediğim şeyler hakkında konuşmadığımı belirtti. Ona iltimas geçip geçmediğimi soruyordu. Uzun uzun konuştuk. Kahkahalarla dolu bir veda anı yaşamıştık...
Yıllar geçmiş, Nesin Vakfı’nı kurmuştu. Çatalca’daki arazide yaptıkları bir efsaneye dönmüştü adeta. Birçok dostum vakfı ziyaret etmiş, etkilenmiş, her fırsatta övgüyle söz ediyordu. Bir gün karşılaştığımızda, Aziz Nesin’e vakfı ziyaret etmek istediğimi söyledim.“Annen ve teyzeni de al gel, sizi ağırlayayım” dedi.
Aziz Nesin’in ‘yemeğe’ davet ettiğini duyan dostlarım, ‘mükellef bir sofra kurulmayacağı’ konusunda beni uyarmış ve yine o meşhur cimriliğinden dem vurmuşlardı. Önemsememiştim. Sözleştiğimiz bir pazar günü ailece vakfa gittik.Kısa bir sohbetten sonra sofraya geçtik ki, Aziz Nesin, annem ve teyzemin şerefine mükemmel bir sofra hazırlamıştı. Et, tavuk, zeytinyağlılar... Gördüğüm en zengin sofralardan biriydi! Ona cimri diyenleri fazlasıyla utandıracak bir sofraydı.Yemekten sonra vakıf arazisini gezdirmişti bize. İleriye dönük projelerini anlattı. Deyim yerindeyse vakfın bugünlerini hayal ediyordu. Gerçekle hayalin birleşmesinden doğan bir ütopyanın hayata geçişine tanık olmuştum. Salonda çocuklar için getirttiği kuyruklu piyanoyu görünce daha da mutlu olmuştum...
İkimiz çalışma odasına gittik; çaylarımızı içerken edebiyattan konuşuyorduk. Her şey dosyalar içinde, her dosya ayrı bir düzenle hazırlanmıştı. O gün o odadaki mavi kaplı dosyanın içinde Celâl Sılay’ın şiirlerinin olduğunu ve bunu benim yayımlayacağımı bilmiyordum bile...
Hiçbir şeyi atmamıştı. Masada ve etrafta küçücük, gerçekten çok küçük kâğıtlar vardı ve Aziz Nesin onlara bile bir şeyler not etmiş, yazılar yazmıştı. Neredeyse ambalaj kâğıdına bile notlar almıştı ve buna dikkat kesildiğimi görüp herkesin ‘pintilik’ dediği tutumluluğundan ve bunun gerekliliğinden söz etmişti.
Vakfın ancak bu tutumlulukla kurulabildiğini o zaman anlamıştım.