Güncelleme Tarihi:
YAZDIĞI son kitabı ‘Beş Bin Yıllık Kültürümüzün Sesi Müzik’te Atatürk’ün sanat ve müzik anlayışını bütün yönleriyle anlatan Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman 10 Kasım akşamı İstanbul Büyük Kulüp’te bir sunum gerçekleştirdi.
“10 Kasımlar Atatürk’ü Anma Değil, O’nu Anlama Günü Olmalıdır” diyen Yalman konuşmasında bir de öneride bulundu: “Atatürk’ü senede bir gün veya bir hafta anma yerine, tüm yurt sathında ve yurtdışında, tüm yılı kapsayacak şekilde resmi ve özel kurumlarda farklı zamanlarda Atatürk’e saygı ve şükran günleri düzenlemeli, her sene aynı sözlerin tekrarlanması yerine onun ruh ve duygu dünyası müzikli veya müziksiz dramalar ile halkımıza anlatılmalıdır.”
YALMAN KONUŞMASINDA ŞUNLARI SÖYLEDİ:
Atatürk hakkında yüz bine yakın kitap yazılmıştır. Bu kitaplarda, Atatürk’ün devlet adamlığı, askerlik hayatı, liderliği gibi birçok konuya yer verilmiştir. Ancak, Atatürk’ün duygu dünyasını sanata, özellikle müziğe bakışını da ihtiva eden yeteri kadar kitap olmaması nedeni ile bir kitap yazmanın gerekli olduğunu düşündüm.
Yazdığım bu son kitap ile beş bin yıllık müzik hayatımızın geçirdiği evrelerin yanısıra, Atatürk’ün sanat ve müzik anlayışını bütün yönleriyle anlatmaya çalıştım. Umarım bu kitap, gençlere yeni bir ufuk açar ve O’nun mirasına sahip çıkmalarına yardımcı olur. Atatürk ruhsal, fikirsel ve sanatsal açıdan güçlenmiş yeni bir toplum yaratmak istemiştir. Diğer bir ifade ile Türk insanının aydınlanması için çalışmıştır. Sanatı, “güzelliğin anlatımı” olarak ifade eden Atatürk, “Bir ulusun değişimindeki ölçü, müzikteki değişikliği kavrayabilmesinden anlaşılır.” demiştir. Montesquieu’nün “Bir millet müzik eğitimine önem vermezse o milletin ilerlemesi mümkün olmaz.” ifadesi, Atatürk’ün fikirleri ile bağdaşmaktadır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e olan kalbi sevgi ve saygımın ifadesi olarak büyük dehanın bugüne kadar yeterince konu edilmemiş iç dünyasını ve sanata bakışını anlatmak benim için bir görev olmuştur.
Bir milletin dili, estetik anlayışı ve millî zevkleri, adeta onun ruhu gibidir. Varlığını sürdürmek isteyen milletler, bu değerlerine sahip çıkmak zorundadırlar. Tarihte adı geçen bütün toplulukların sanatları olmuştur. Sanata değer vermeyen milletlerin bugün geldiği (veya gelemediği) durumu ibretle izliyoruz.
Sanat, sadece duygudan ibaret de değildir. Aynı zamanda düşünce dünyasının ve aklın da ürünü olmalıdır. Ayrıca sanat ortamı, hoşgörü, güzellik ve sevgi ortamıdır. Sanatın en önemli işlevi, gerçeği bütün yönleriyle ve içtenlikle anlatmasıdır.
Toplumsal işlevleri açısından müzik, bireyler arasında bağlar kurar, ortak duygu ve düşüncelerin oluşmasını sağlar. Bu yönü ile kültürün oluşmasını ve biçimlenmesini doğrudan etkiler. Geçmiş ile gelecek arasında bağlar kurar.
Diğer taraftan müzik, bir “üst dil”dir. Günümüzde yaygınlaşmaya başlayan “Dünya müziği” kavramının da özünde, bütün halkların müzik yoluyla birbirini anlayabilmesi, birbiriyle iletişim kurabilmesi gerçeği yatar. Özellikle ülkemizin içinde bulunduğu kaotik ortamda ortak bir payda ve hoşgörü iklimi yaratmanın yolu sanattır. Özellikle müziktir. İnsanlık Tarihi, müziğin gücünü gösteren örneklerle doludur.
Müziğin çağlar boyu ortaya koyduğu gücün Osmanlı ve Cumhuriyet karşıtlarının, içinde bulunduğumuz şartları yeniden değerlendirmelerine imkân sağlanmasını temenni ediyorum. Bilindiği gibi bu karşıtlık iki paradigma üzerinden izah edilebilir.
1/Atatürk’ü yaşadığı topraklardan, koşullardan, çevresinde odaklanan insanlardan ve süreçlerden soyutlayarak değerlendirme çabası. Çoğu zaman o dönem koşullarının görülmemesi ya da bilerek atlanması, böylelikle de gerici, karanlık güçlerin haksız saldırılarına zemin hazırlanması.
2/Osmanlı coğrafyasında, Cumhuriyet Türkiye’sinde geçmişten bugüne kadar var olan bir olgu olarak ‘köktendinci-radikal’ akımların, cemaat ve tarikatların Cumhuriyeti kuran kadrolara ve özellikle Atatürk’e olan amansız saldırıları.
Bugüne kadar yazdığım kitaplarda ve verdiğim konferanslarda Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’nın devamı olduğunu anlatmaya çalıştım. Nitekim yazdığım birçok sahne eserinde hem Osmanlı hem Cumhuriyet dönemine ait konuları ele aldım. Esasen son yazdığım kitaplarda hem Cumhuriyeti hem de Osmanlıyı müzik dili anlatan Müzikal dramalar yazdım.
Örneğin Sakarya’da Diriliş opera ve belgeseli, Napolyon’un Mısır seferini anlatan Azmin Zaferi müzikali, Kanuni müzikali, Çanakkale Kahramanları müzikali, Mehmet Akif Ersoy Senfonik Şiiri (Ağıt) (Bu eser bestelenmiştir.) 1283 Harbiyeli Mustafa Kemal tiyatro eseri bu eserlerimden ayrı olarak üç milli konulu eserim bestelenmiş ve sahnelenmiştir. Maalesef ifade ettiğim bu eserleri Batı normlarında besteletmeyi başaramadım. (Bunun maddi, manevi birçok sebebi olduğunu üzülerek müşahede ettim.) Bu nedenle yazdığım bu eserleri Klasik Türk Müziği formun da müzikal olarak besteletmemin daha uygun olacağını düşünüyorum. Bu eserler hem asker, hem bir müzik sevdalısı olarak yılların emekleri ile özel kaynaklardan yararlanarak yazılmıştır.
Bu eserlerin önemli bir özelliği hem milli, hem manevi değerlere saygılı hem yerel değerlerimiz gözetilerek yazılmış olmasıdır. Özellikle Çanakkale Kahramanları müzikali gerçek zaman, mekân ve şahıslar dikkate alınarak yazılmıştır.
ATATÜRK NASIL BİR MÜZİK ARZU ETMİŞTİR?
Atatürk, milletin estetik ruhunun gelişmesi ve birlik beraberliğin sağlanması için, çok sesli Batı Müziğinin ulusun gelişmesine katkıda bulunacağına inanıyordu. Ancak onun düşüncesi, evrensel normların ulusal ve yerel ezgilerimizle bütünleşmesi idi. Çünkü Atatürk, “Ulusal ve yerel ince duyguları toplamak, onları bir an önce genel musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Bu sayede Türk ulusal musikisi yükselebilir. Evrensel musikide yerini alır.” demiştir. Diğer bir ifade ile Atatürk, söz konusu sahne eserlerinin konularının yerel ve milli olmasını, ancak evrensel normlar içinde düzenlenmesini istemişti. Çünkü kendisi yerel, milli ve tarihi değerlerimizin sanat yolu ile küresel anlamda tanıtılmasını ve icra edilmesini arzu etmişti. Hatta bu amaçla yetenekli sanatçıların yetiştirilmesi için yurtdışına her alanda sanatçı gönderilmesini desteklemişti.
Hal böyle iken bugün geldiğimiz durumu açık kalplilikle ifade etmek mecburiyetindeyim. Türkiye’deki son otuz yıl içinde sahnelenen opera ve balelerin, senfonik eserlerin listesini incelerseniz; ulusal sanatçılarımızın yazdığı eser sayısının oldukça az olduğunu ve bestelenen bu az sayıdaki eserlerin ise, bir veya iki defa sahnelenmesinden sonra bir daha icra edilmediğini göreceksiniz.
Bu husus, telif eserlerimizin yeterince ilgi görmemesi ile izah edilebilir. Ancak bunun sebepleri üzerinde durmalıyız. Çünkü normlar batı tarzında olmakla beraber eserlerin konularını bizim değerlerimiz ile bütünleştirmek suretiyle halkımızı bu tarz müziğe yaklaştırabilirdik.
Bugün klasik Batı müziğini gerek icra eden gerekse dinleyenlerin sayısı, Türkiye sathında ancak on binlerle ifade edilebilecek kadar azdır. Ayrıca giderek dinleyenlerin sayıları azalmaktadır.
Sonuç olarak müzik, kendi özümüzün ve kültürümüzün gelişmesine yardımcı olmalıdır. Bunun için halkın, yöresel ve milli duygularına hitap etmelidir. Kendi değerlerimiz, ruh ve fikir zenginliğimize hizmet ederken; uluslararası müziği de ihmal etmemeliyiz. Ancak bu tarz müziğin tabana yayılmasında başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Buna mukabil ifade ettiğim gibi bireysel başarılar ile dünyada kendi değerlerimizi tanıtma imkânı buluyoruz ve bundan da gururlanıyoruz. Kendilerini en samimi duygularımla kutlarım.
10 Kasımlar Atatürk’ü Anma Değil, O’nu Anlama Günü Olmalıdır.
Bu açıklamalardan sonra ülkemizin ve bölgemizin sorunlarının Atatürk’ün fikir dünyası etrafında toplanarak çözebileceğimizi anlamış olduğumuzu umuyorum.
Ancak 10 Kasım 2017’de sahnelenmesi amacıyla yazmış olduğum müzikal dramayı devletin ilgili kurumlarında ve belediyelerde sahnelenmesi imkânı bulamadım. Aynı gün İstanbul’da 10 Kasım akşamının gerçek amacına uygun programlar ile sergilenmediğini üzülerek müşahede ettim.
Buna mukabil Büyük Kulübün duyarlı yönetimi bu sahne kantatını (Drama imkânı bulamadığımız için bu isim kullanılmıştır.) hiçbir fedakârlıktan kaçırmadan hayata geçirilmesini sağladı. Kendilerine şükranlarımı sunarım. Özellikle ciddi anlamda duyarlı bir seyirci kitlesi ile 10 Kasım akşamını amacına uygun olarak yaşadığımızı söyleyebilirim. Temennim bu anlamlı günün ülkemizin her tarafında hak ettiği şekilde hayata geçirilmesidir.
10 Kasım akşamı Büyük Kulüpte yaptığım konuşmanın özetini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yetmiş dokuz yıl önce aramızdan ayrılan Cumhuriyetimizin banisi büyük Atatürk’ün aziz hatırası önünde tazimle eğiliyorum.
Bu vesile ile bizlere armağan ettiği bu değerli miras ile ilgili bir vicdan muhasebesi yapmamızın yararlı olacağını düşünüyorum.
Geçen sene 10 Kasım münasebetiyle Büyük Kulüpte Atatürk ve Müzik konulu bir konferans vermiştim. Müzik ve görüntü ile sunulan konferans beklentilerimin ötesinde ilgi gördü.
Bu vesile ile Atatürk’ün sanata ve özellikle müziğe bakışının yeterince bilinmediğini üzülerek müşahede ettim. Bunun üzerine biraz önce imzaladığım, “Beş Bin Yıllık Kültürümüzün Sesi Müzik” isimli bir kitap yazdım. Bu kitabı genç yaşında teröre kurban verdiğimiz şehit müzik öğretmenimiz Aybüke öğretmenin aziz hatırasına armağan ettim.
Çalışmalarım sırasında bu kitabın Türk müzik devrimi ile sınırlandırmanın mümkün olmadığını anladım. Bu nedenle kitabı Osmanlı öncesi, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi’ndeki müzik hayatını kapsayacak şekilde yazdım.
Diğer bir ifade ile bu kitap; beş bin yıllık Türk kültürü ile on dört asırlık Anadolu medeniyetinin sentezini yapmış oldum. Bu meyanda kitaba bir sunuş yazan Değerli hocamız Sayın İlber Ortaylı’ya da şükranlarımı ifade etmek istiyorum.
Bir yeri vatan yapan milletin ruhudur. Bu ruh sanat ile yönlendirilir ve güçlendirilir. Çünkü o ruh halkın yüreğinin sesidir. O ses, halkın ruhundaki kahramanlık duygularını canlandırır, vatandaşlık duygularını güçlendirir. Büyük Atatürk sanatın toplum hayatındaki önemini bildiği için modern Türkiye’yi kurarken belirlediği siyasal programın kültür boyutunu oluşturan müzik alanında çok önemli hedefler öngörmüştü.
Bu nedenle kitabın büyük bir bölümünü Atatürk’ün müzik devrimine ayırdım.
Çünkü Atatürk’ün bir sözü kanaatimce çok önemlidir. Atatürk; “Bir toplumda yapılmak istenen değişikliğin ölçüsü müzikte yapılan değişiklikle ölçülür.” demiştir. Çünkü Atamızın hayal ettiği müzik kültürüne bugün ne kadarını hayata geçirebildiğimizi düşünmeye değer buluyorum. Sanatçılarımızın dünya çapındaki bireysel başarıları ile gurur duyarken toplumsal anlamda müzik kültürümüzün giderek gerilediğini Atatürk’ün öngördüğü hedeflerin gerisinde kaldığını üzülerek ifade etmek mecburiyetindeyim.
Size çok katmanlı Evrim teorisinden bahsederken duygusal zekanın önemini anlatmak istedim. Çünkü bugün tedrisatımızda yer alan bu kavramlar Atatürk tarafından bir asır önce değerlendirilmiştir. Çünkü Atatürk, sosyal ve duygusal zekânın gelişmesinde önemli rolü olan sanat ve felsefe gibi konulara bir asır önce ağırlık vererek toplumsal gelişmenin yolunu açmıştır.
Belirtmek istediğim diğer bir konuda Atatürk’ün şu anlamlı sözüdür.
“Bana müziğimizin kökenini anlatın” diyen Atatürk’e o dönemin müzik adamları kendileri yeterli cevap veremediklerini kendileri ifade etmişlerdir. Bu kitabın yazılmasının bir sebebi de budur.
Kitabımın ikinci bölümünde Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini müzikal drama olarak yazdım. Biraz sonra bu dramanın cumhuriyet döneminden bir bölümü sizlere sunulacaktır.
Atatürk’ün ölümünden bugüne kadar geçen yetmiş dokuz yıllık dönemde; 40’lı yıllardan 80’li yıllara kadar 10 Kasım’larda Atamızı kaybetmenin hüznünü ve acısını yaşadık ve yas tuttuk. 80’li yıllarda resmi bir açıklama ile 10 Kasım’lar yas gününden, anma gününe dönüştürüldü. Ancak anmalar zaman içinde mana ve önemini kaybetti. Yas günü yerine derinliksiz uygulamalar ile anma gününü sıradanlaştırdık.
İçinde yaşadığımız 21 Yüzyıl’da 10 Kasım’lar artık Atatürk’ü anlama ve gösterdiği hedeflere ulaşma günü olmalıdır. Çünkü onu yeterince anlamadığımızı kabul etmek mecburiyetindeyiz. Artık yası ve sözde anmayı süratle terk edip onun fikir dünyası ile birlikte ruh ve duygu dünyası da gerçek anlamda araştırılmalıdır.
Çünkü O’nun sözlerini tekrar ederek hatırasına layık olmayan sanat ve müzik eserleri ile bunu başaramayız. O’nun ideolojisini ve dünyaya bakışını içselleştirmiş değerli sanatçılarımız bunu başarabilecek bilgi ve donanıma sahiptirler. Bunun için; Atatürk’ün hayatı nasıl anlamlandırdığını bilmeliyiz. Diğer bir ifade ile çeşitli olaylar karşısındaki davranışlarını incelemeliyiz. O zaman ondaki duygusal zekâ, cesaret, basiret, feraset, hikmet ve merhamet değerlerini anlayabiliriz. Çünkü o akla ve bilgiye verdiği önem kadar kadim bilgilerden de yararlanmıştır. O’nun için o bir Türk bilgesidir. Çünkü verdiği kararlara mantık ve duygu kadar sezgilerini de katmıştır.
Yapmamız gereken derhal onun fikir ve duygu dünyasını hayata geçirecek projelerle onun aziz hatırasına layık olmaktır. Atatürk’ü senede bir gün veya bir hafta anma yerine, tüm yurt sathında ve yurtdışında, tüm yılı kapsayacak şekilde resmi ve özel kurumlarda farklı zamanlarda Atatürk’e saygı ve şükran günleri düzenlemeli, her sene aynı sözlerin tekrarlanması yerine onun ruh ve duygu dünyası müzikli veya müziksiz dramalar ile halkımıza anlatılmalıdır.
Bu anlamlı günde bizlere her türlü imkânı sunan Büyük Kulübün Atatürk sevdalısı yönetimine şükran duygularımı ifade etmek istiyorum.
SONUÇ
Mustafa Kemal Atatürk, döneminin liderleri içerisinde 21’nci yüzyıla intikal eden tek liderdir. O liderler kendi halkları tarafından yok edilmenin acısını yaşamışken O hala halkının gönlünde bütün canlılığı, sevgi ve saygısı ile yaşayan dünyadaki tek liderdir.
Atatürk ile ilgili araştırmaları derinleştirdikçe adeta yepyeni bir Atatürk’le karşılaşırsınız, bize pek anlatılmayan, hiç de tanımadığımız bir Atatürk’tür. Okul yıllarında anlatılan o cesur, kararlı ve heybetli insanın aynı zamanda çok sıcak, duygu dolu, cana yakın, en önemlisi bizden biri olduğunu görürsünüz. Çanakkale savaşının en zorlu günlerinde cepheden en yakın dostlarına mektuplar yazacak kadar duygu dolu, Türklerin kökenlerini araştıracak kadar meraklı, yalnız, cephede hayatını ortaya koyarak askerlerinin önünde mücadele edecek kadar cesur, savaş meydanında ellerini göğe kaldırarak dua edecek kadar ve defterine “Allah büyük bir kuvvettir” diye yazacak kadar inançlı, gördüğü rüyaları çevresindekilere anlatarak, yorum getirmelerini bekleyecek kadar doğal ölüm döşeğinde Türkiye’yi yakından ilgilendiren sorunlarla ilgilenecek kadar vatansever, bir keresinde sabah ezanını dinlerken ve son günlerinde Ankara’ya başkente, gidemeyince ağlayacak kadar insandı. Kısacası bizim gibi bizden biriydi.
Bilindiği gibi; tarih geçmişi sorgulayarak toplumun sağlıklı değerlendirmeler yapmasına imkân veren bir bilim dalıdır. Günümüzde yaşanan olaylara tarihin penceresinden baktığımızda, Atatürk’ün ve gerçekleştirdiği eserin büyüklüğünü giderek daha çok anlamaktayız. Çünkü tarih bilmeyen bir toplum kökü çürümüş her an devrilmeye hazır bir ağaca benzer. Mustafa Kemal’i de gerçek boyutlarıyla anlamayan, yarattığı eserleri, milletine kazandırdığı özgürlüğün nimetlerini, elde edilen kazanımların ne anlam ifade ettiğini bilemez.
Bu nedenle, denetim odaklı korku kültürü yerine, gelişim odaklı değerler sistemini benimsemeliyiz. O zaman doğru ve yanlışı daha iyi anlarız. Böylece hakikati bulma ve geliştirme sistemi kurabilir, içinde bulunduğumuz sorunları anlamlandırabiliriz.
Yusuf Has Hacip’in “Kutadgu Bilig” adlı eserinde “Metinler eskidir, ona bakan gözler yenidir.” der. Çünkü tarih daima, ileriye gider.
Sonuç olarak ifade ettiğim tarzdaki projelere kurumsal bir veçhe kazandırılması “Atatürk’e Saygı ve Şükran Günleri” olarak yıl boyunca yurtiçinde ve yurtdışında anılması en halisane temennimdir.
Toplumun Atatürk etrafında birleşmesine imkân verecek sanatsal etkinliklerin gerçekleştirilmesinin milletimize huzur vereceğine inanıyorum.